Bu zihniyetle bu acılar bitmez!
Fotoğraf: Envato
Gazeteler ve TV kanallarının haber bültenleri dün yine ateş, kan ve barut kokusuyla yayındaydı.
TSK’nın sınırın iki yakasında sürdürdüğü askeri operasyonlar, bu operasyonlarda PKK’ye verdirilen can kaybı, adeta “intikam” çığlıklarıyla kutlandı. Ölü sayısı resmi açıklamalardan önce “sızdırılıp”, uydurulmuş senaryolar eşliğinde verildi. Kimisi, “ölü ele geçirilen”, “etkisiz hale getirilen” sayıyı 100’e kadar çıkardı!
TSK’nın “49 PKK’li nin öldürüldüğü”ne dair açıklaması da basında; “Misliyle yanıt!”, “İşte bu mehmedim”, “Yakından kumanda”, Kazandan çıkışı yok” ... gibi manşetleriyle verildi.
“Ölüm, daha çok ölüm”, “Kan daha çok kan” anlamına gelen ifadelerle yansıtılan operasyon haberleri; açıkça bir “gözünü kan bürümüş” halini yansıtıyordu.
Asker cenazelerinde ki “Şu kadar ocağa ateş düştü” kalıbı ve arkasındaki “acı” edebiyatından bu sefer hiç eser yok medyamızda. Tersine sevinç çığlıkları yükseliyor gazete sayfalarından ve TV ekranlarından.
Sanki bu insanların aileleri, “ateş düşecek ocakları” yok!
Sanki bu aileler çocuklarının öldürülmesine üzülmeyecek!
Sanki askeri operasyonlarda öldürülenler bu ülkenin vatandaşları değil!
Sanki bu öldürülen 49 kişinin aileleri, akrabaları, yakınları bu ülkenin vatandaşı değil!
Sanki bu ülkede milyonlarca insan bu öldürülen insanların “kendi davaları için öldüğüne inanmıyor”muş da öldürülenler kaya kovuğundan çıkmış 49 kişiymiş gibi öldürülmeleri sevinç çığlıklarıyla karşılanıyor.
Libya’da, NATO savaş uçaklarının bombardımanında yaralanan Kaddafi’nin emperyalizmin uşaklarının yönlendirdiği bir kalabalık tarafından vahşi bir biçimde linç edilerek öldürülmesi; bununla yetinilmeyip cesedinin bir kasap dükkanının soğutucusunda da “seyre açılması”yla basının askeri operasyonlarda öldürülen gerillaların öldürülmesi karşısında attığı sevinç çığlıklarını ne farkı vardır?
Her ikisi de aynı ilkelliği, aynı vahşi ruh halini, aynı acımasızlığı, aynı insanlıktan yoksunluğu yansıtmakta değil midir?
Sanki bu ülkede “bütünlük”, “barış”, “gönüllü birlik”, “halkların kardeşçe bir arada yaşaması”,... artık hiç konuşulmayacakmış gibi, öldürülen Kürtse “düğün bayram”, Türkse “matem, yas” çifte standardı giderek her şeye egemen hale getiriliyor.
Peki, sadece basın mı?
Kendisine ulusalcı, milliyetçi diyen kimi siyasi odaklar da bu kan ve acı korosunun elemanı olarak sahnede yer almaktadır.
Ancak bütün bunlardan da önemlisi Hükümetin, Kürt sorununun çözümü konusundaki politikasının içeriğidir. Çünkü bu tutumlar, Hükümetin izlediği politikadan ilham almakta, o politikadan çıkarılan “görevler” olarak icra edilmektedir. Çünkü; basın her ne kadar bu tür durumlarda yüz yıllık bir yalan, abartı, spekülasyona dayanan yayın yapma geleneğine sahipse de, bu konuda her zaman hükümetlerin politikalarıyla uyumlu olma geleneği daha da baskın olmuştur.
Bugün de basına yönelik her eleştiri bir yanıyla da hükümetin politikasına yöneliktir. Çünkü bugün; basının bu pervasızlığı, acımasızlığı, halklar arasında düşmanlığı kışkırtacak düzeydeki yan tutma tutumu, AKP Hükümetinin Kürt sorununun çözümünü silahların başarısına bağlamış olmasıyla doğrudan ilgilidir. Ve Hükümet bu konuda öyle ileri gitmiştir ki; CHP Parti Meclisi bile, önceki gün yayımladığı bir deklarasyonda Hükümeti; “AKP, ‘demokratik açılım’ adını verdiği kavramın içini hiçbir zaman doldurmamıştır” , “AKP şimdiye kadar ‘salt güvenlik kaygıları üzerinden, sadece güvenlik güçleriyle sorun çözülemez’, ‘Siyaset kurumunun çözüm üretmesi gerektiğini’ söylememize kulak tıkamıştır. Yineliyoruz; bu ülke sorununun çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Ortak aklı egemen kılmanın yolu budur” ,...“Kürt sorununun demokratik hak ve özgürlüklere dayalı olarak çözülebileceği gerçeği de unutulmamalıdır” diye eleştirmiştir.
Açıktır ki AKP ve arkasındaki güçlerin Kürt sorununun çözümü için girdiği yol; barışçıl çözüm yolunu, halkların kardeşliğine yönelik çabaları baltalayan, savaş ve şiddetle Kürt sorununun çözüleceğini iddia eden militarist, şovenist güçlerin yoludur.
Ve bu zihniyet egemen olduğu sürece de “barış”tan, “kardeşlik”ten, “acıların dinmesi”nden, “anaların ağlamasına son verilmesi”nden söz etmek güçleşecek; şiddetten rant sağlayanlar, ülkenin bölünmesinden fayda umanlar cesaretlenecektir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00