Her yaşta ‘Akıntıya Karşı’

Geçtiğimiz haftalarda yine “İstanbul’um geldi” benim. Hemen hemen 10 ay geçmişti, son gittiğimden bu yana. Sonunda bir gün, “Ver elini İstanbul,” dedim ve yola çıktım.
Otobüsümüz Ataşehir’e kadar çok güzel geldi. Ama oradan Alibeyköy’deki terminale gidinceye kadar tam bir felaketleri oynadık. Sıradan bir maratoncu Ataşehir’den otobüsümüz yola çıktığı zaman koşmaya başlasaydı, bir sonraki terminale fark atarak birinci girerdi. Trafik böylesine rezaletti. Bir gün, oğlumun Ortaköy’deki standına gitmeye karar verdim. Taksim’den belediye otobüsüne bindim. Duruyor muydu, gidiyor muydu, anlayamadım. Dayanamayıp Çırağan’da indim. Yürümeye başladım. Ortaköy’e geldiğimde, 4 belediye otobüsü, bir turist otobüsü, nice Mercedes’ler BMW’ler, Jeep’ler geçmiştim. Ben akıntıya kapılmış yürüyordum, o garibanları akıntı bile hareket ettiremiyordu.
Neyse… İstanbul’da bir takım güzelliklerle de karşılaştım. Örneğin rastlantı sonucu bir grup liseli gençle tanıştım, akıntıya karşı olan. Hazirandan bu yana bir dergi çıkarıyorlar, “Kültür ve Sanatta Akıntıya Karşı” başlıklı. İlk sayılarındaki kuruluş bildirgesinde önce “Akıntı”dan söz ediyorlar, sonra da “Akıntıya karşı” oluştan. Bir de mektupları var, bir yerinde şöyle diyorlar: “Bizi eleştirilerinizle ileri atılmak zorunda bırakmanızı istiyoruz. İleri atılmak zorunda bırakın ki, ‘Türkiye’de toplumcu gerçekçiler eskidi, onların devri geçti, zaten Rusya da çöktü’ mavalları okunmasın… Bırakın ki, birileri kadına-erkeğe ayrı renklerde kitap basıp, piyasa canavarını daha da azdırmasın… Bırakın ki, bu memleketin insanlarının, emekçilerinin ve devrimcilerinin üzerine çöken 12 Eylül edebiyatının karanlığı dağıtılsın ve ‘mazlum edebiyatına’ son verilsin…”
Akıntıya karşı olan liseliler dergi yayınlama dışında çeşitli etkinlikler de yapıyorlar. Ama ilk söyleşileri, kaderin oyunu mu desem, bilemiyorum, “Yaşlı konuşmacılar”dan oluşmuştu. Güngör Gençay Ağabeyim ile ben. Güngör Ağabey 80’e yaklaşmış, ben de 70’i devirmiştim.
Söyleşinin başlığı “Kuledibi’nden Bâb-ı Âli’ye” idi. Evi Kuledibi’ndeydi Güngör Ağabeyin, yayınevi de hemen yanı başında, biraz ötesinde de dükkanı vardı, kırtasiye üzerine. Üstelik yenilerde de Kuledibi’yle ilgili bir kitabı çıkmıştı. Ondan başka kim anlatabilirdi Kuledibi’ni?
Ben ise, 35 yıl sürekli, 20 yıl da aralıklı olarak Bâb-ı Âli’de kalmıştım, izin verin de o bölgeyi anlatma konusunda biraz hakkım olsun…
Söyleşiye başlamadan az önce konuklarımız oldu: Bilgesu Erenus, Berrin Taş, Cengiz Gündoğdu ve Kadir İncesu. Kadir İncesu dışında (O bol bol fotoğraf çekti, sanırım ilerde, zamanı gelince, dergilerdeki “Özel Sayı” larda kullanmak üzere.) Güngör Ağabey ve ben, “Konuk Sanatçılar”la birlikte “Sahne aldık”…
Cengiz Gündoğdu, Berrin Taş bir seminere katılacakları için, Bilgesu Erenus da başka bir işi olduğundan pek fazla konuşmadılar, ama sanırım çoğu şeyi de söylediler, karşılarında oturan gençlere…
Güngör Gençay da pek Kuledibi’nden söz edemedi. Daha çok politika, kültür ve sanat üzerine durdu. Ben de biraz Cağaloğlu’na, ama çoğunlukla ülkemizdeki yasaklara değindim…
Kuledibi’ndeki İnciraltı Cafe’de “Akıntıya karşı” olan gençlerle birkaç saat da olsa bir arada bulunmak çok güzeldi…
Önce gençler gitti. Biz, söyleşiyi yöneten Çağlar Mirik’le Güngör Ağabey ve ben, karşımızdaki Galata Kulesi’ni izleyerek birkaç saatimizi daha geçirdik, İnciraltı’nda…


Vay vay vay, Çantaya bak

Çanta tutkunu(!) olduğunu herkesin bildiği Kıvanç Tatlıtuğ, bir reklam filminde (ki sonrası da geldi) defiledeki bir mankenin elindeki çantaya bakarken arkadaşına döner, “Vay vay vay, çantaya bak,” der. O günden sonra ben de çantalara bakmaya başladım. Bu yaştan sonra başka şeye bakacak değildim ya…
Bir gün gazetelerde bir çanta fotoğrafı gördüm. AKP’lilerin Cumhurbaşkanı ve eşi, davetli olarak Almanya’ya gitmişler. Haberin gerisini gazeteden okuyalım:
“Berlin’deki karşılama töreni sırasında, uluslararası basın, Hayrünnisa Hanım’ın yüksek topuklu ayakkabılarına (Sahi, bazı İslamcılar yüksek topuklar üzerine birtakım şeyler söylemişlerdi, neydi o sözler? bh) ve Hermes marka çantasına büyük ilgi gösterdi. Hayrünnisa Hanım’ın, Hermes’in ‘Constance’ modeli çantasının deve kuşu derisinden yapıldığı ve yaklaşık 10 bin avro (Günümüz parasıyla 25 bin lira, eski parayla 25 milyar lira.bh) olduğu öğrenildi.” (Posta, 20.9.2011)
Ne diyeyim, “Vay vay vay, çantaya bak,” demenin dışında?    

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et