Yaşama sorumluluğu bilim ve politika

Deprem, su baskını, hortum, toprak kayması, yanardağ patlaması, nehir taşmaları ve daha sıralanabilecek ‘doğasal olaylar’ın insan başta olmak üzere canlı türüne ve yaşam alanlarına verdiği zararlar genel olarak “doğal afet” tanımı içine alınmışlardır. Bu gibi olayların evren ve onun küçük bir parçası olan dünyamızın doğasal hareketleriyle ilişkin oldukları da, bilim ve aklın öğretileri içinde yer alır.
Diğer yandan, insan soyuna evrilen canlı türünün, elini ve onun hareketiyle gelişimini sürdüren beynini kullanarak kendisine zarar veren, yaşamı için tehlike yaratan vahşi hayvan türleriyle doğa olaylarına karşı korunma aletleri ve yöntemleri geliştirdiği binlerce yıllık bir tarih söz konusudur. Bu binlerce yıllık tarihi seyirde, insan elini-kolunu ve beynini kullanarak geliştirdiği aletler ve yöntemlerle yaşamı için tehlike arz eden olay, oluşum ve saldırıların etkisini en aza indirmede çok, ama çok büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Bu yöndeki arayışların sonucu olarak insanın daha rahat, daha güvenli, daha sağlıklı yaşaması ve soyu için de daha iyi bir dünya hazırlaması ve bırakmasının bilimsel-mantiki ve somut, elle tutulur araç, yöntem ve yolları, artık hiçbir fanatik hurafecinin dahi inkardan gelemeyeceği açıklıkta yaratılmış, ve yararlanabilir hale getirilmiştir. Sel baskınlarının fiziki engellerle, yıldırım çarpmalarının paratonerle, med ve cezir etkilerinin kıyı önlemleriyle, yanardağ zararlarının yerleşim yerlerini gerekli uzaklıklarda inşa ile, depremin vereceği büyük zararların yapı önlemleri ve kentleşmenin bilinçli gerçekleştirilmesiyle kayıp ve yıkımların azaltılması yolunda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Yani çok genelde söylenirse,insan soyu yaşama verdiği değerle, yaşam karşısındaki sorumluluğuyla hareket ederek, olanaklı en ileri önlemleri alarak, almaya çalışarak doğayı “dizginleme”ye çalışmıştır ve bunda da önemli başarılar elde etmiştir.
Bu önlem, yöntem ve araçların gerektiği biçimde ve düzeyde alınması ve kullanılması ise, örgütlü toplumlarda, herkesten önce yönetici hakim kesimlerin sorumluluğunda olmuştur. Toplumsal tüm olanakları ellerinin altında tutanlar onlardır çünkü. Devletler ve kurumları, yönettikleri toplumların yaşamlarına ve bu yaşamın insanca olmasına gerekli önemi vermekle mükelleftirler! Olması gereken aslında budur. Ama böyle olmadığı da toplumsal tarihin bir diğer gerçeğidir. Her şeyi, insan bedeni ve yaşamı dahil her şeyi kâr nesnesi olarak alan kapitalizm ve onun devleti, örneğin en modern, en ileri örgütlenme olma iddiasındadır. Ama, bizim ülkemizde çok sık görüldüğü üzere, sel baskınları, depremler, nehir taşkınları, toprak kaymaları karşısında hem ‘ketum’ hem de sözüm ona çaresizdir. Yöneticileri bu tür doğasal olaylar karşısında, bilim ve teknolojinin olanaklı hale getirdiği; olanaklı kılması bir yana uygulanmaksızın yaşamın sürdürülmesinin zorlaşacağını da ortaya koyduğu önlemleri alma yerine, kaderciliğe sığınıp, “takdiri ilahi” nutukları atmayı tercih ediyorlar.
Böyle olduğu o denli açık ve kesin ki, kanıtlar sıralamak “abesle iştigal” sayılır. Bilim insanları yıllardır, “büyük İstanbul ve Marmara depremi”ni haber vermekte, böylesi bir depremde İstanbul’daki 1 milyon 250 bin binanın 780 bininin yıkılma tehdidi altında olduğunu, kenti yeniden ve binaları sağlamca yapmak üzere inşa etmenin zorunluluğuna dikkat çekmektedirler. Van depremini yıllar öncesinden, hem de yıkım ve sarsıntı şiddetini de yaklaşık doğrulukla haber veren yer bilimcilerin uyarıları kulak ardı edilmiştir. Denizli, Simav, Erzincan bölgesinde deprem tehdidinin ciddiyeti yine bilimsel verilerle ortaya konmuştur.
Bu bir yana, Türkiye’nin jeolojik yapısının fay hatlarıyla örülü olan bir ülke olduğu, çok büyük bir kesimiyle birinci dereceden deprem bölgesinde bulunduğu biliniyor. İnsana değer verdiğini, düşünceleri ve eylemlerinin “insan için olduğunu” ileri süren kim olursa olsun bu durumu bilerek büyük yıkımlara meydan vermemek için önlem almak durumundadır. Almayanlar, tüm iddialarına rağmen, kendilerinin çıkarları ve sömürü nesnesi olarak almaktan başka insan soyuna hiçbir değer biçmeyen kapitalistlerin kârları uğruna her şeyi, yurdu, “vatandaşları”, halkın yaşamını harcıyorlar demektir. Halktan, “deprem vergisi” adı altında 30 milyar(eEski rakamlarla 30 katrilyon) toplayıp, depremlerin verecekleri zararları azaltmak için hiç bir önlem almayanlar bunlardır. İşçi ve emekçileri haklarından yoksun ve sömürülmeye mahkum tutmak, Kürtleri haklarından yoksun bırakmak ve başka ülkelerin yönetimlerini yıkarak nemalanmak için milyarları, milyonları savaş ve saldırı araçlarına ayıranların “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” lafazanlığı ikiyüzlülükten ibarettir. Bu gibileriyle “aynı kumaştan” kimi baykuşların, halkın şu ya da bu kesiminin acısından, yıkımından, ağlamasından, işkence görüp kırımdan geçirilmesinden “zevk duymaları” ise, evet, en hafifinden “soysuzluk”tur!
Yaşama değer vermek, yaşam karşısında sorumluluk gerektirir. Yaşama sorumluluğu, özgür bir yaşamı, köleleştirilemeyen, sömürülmeyi olanaksız kılan bir yaşama varmak için bilim ve aklın yol göstericiliğinde hareket etme sorumluluğudur. Dayanışma, paylaşma, güç birliği, emekçilerin kardeşliği içinde insansal ve doğasal yıkımlara karşı dirençle durmayı gerektirir.
(Not: Periyotlu ‘köşe yazısı’ yazanların bir ‘şansızlığı da, yetişmesi için önceden yazılmış bir yazının, en canlı gündem maddesi/maddeleriyle çakışmayabiliyor olmasıdır. 20 ya da 21 Ekimde yayımlanmak üzere yazılmış, ‘kriz, gösteriler ve korku’ makalesinin başına da böyle bir şey geldi. Okurun hoşgörüsüne sığınarak bu durumu belirtmek, deprem gibi büyük yıkıma yol açan en aktüel olay nedeniyle zorunlu oldu.)

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et