Fatura ‘kentsel dönüşüm’e direnenlere!
Fotoğraf: Envato
Kimi, çok boyutlu önemli toplumsal olaylar karşısında ya da sık karşılaşılan tekil durumlarda aklımıza gelen, olayı basitçe özetleyen atasözleri, özdeyişler, “tekerlemeler” vardır. Atasözleri, özdeyişler, eski toplumun deneylerinin ifadesi olması gibi zaaflar taşıyıp; yanıltıcı öğütler çıkarılmasına elverişli de olsalar, uzun toplumsal deneyimlerinden damıtılmış olmaları nedeniyle önemlidirler ve çoğu zaman da karmaşık bir olayı kolayca anlamamızı sağlarlar. Ama böyle söylene söylene; (Aslında yuvarlana yuvarlana demek daha doğru), dile pelesenk olmuş, ama olup biteni anlamaktan çok olup bitenin anlamını saptıran, yaygın sözler de vardır.
Bunlar, birilerinin bir biçimde ortaya attığı, ilk bakışta kulağa hoş gelen ve önü arkası çok da düşünülmeden ha bire tekrarlanan, bu yüzden de, “Anlamı nedir?” diye düşünülmeden yinelenen “tekerlemeye dönüşmüş” sözlerdir.
Deprem de Türkiye’nin bir “vakası”dır ve depremden söz etmeye başlayınca olmazsa olmaz “tekerlemeleri” oluşmuştur. Nitekim her depremde karşımıza çıkan siyasiler, gazete ve TV’lerin tanımış kişileri, politika erbabı; bu sözleri tekrarlar dururlar. Bunların en yaygınları da; “Depremle bir arada yaşamayı öğrenmeliyiz”, “Deprem öldürmez bina öldürür”, “Kaçak yapıları, gecekonduları yıkacağız!”,... gibi cilalı sözlerdir. Ve bu sözleri söyleyen birine de, “Sen ne saçmalıyorsun?” diye itiraz etmek pek aklımıza gelmez.
Çünkü “Depremle bir arada yaşamayı öğrenmek” tekerlemesi, depremi bir kader kabul etmek, onun sonuçlarına da katlanılması gereken bir kaçınılmazlık olarak anlaşılmaktadır. Bunu zorlayarak, “Depremin yol açacağı can ve mal kaybını en aza indirecek önlemleri almak” olarak yorumlasak da, bu açıdan da bu tekerlemenin bir anlamı yoktur. Ama bundan da önemlisi “Deprem değil bina öldürür!” tekerlemesidir. Oysa açıktır ki, en şiddetli depremlerde bile ayakta kalan ve kalmayan binalar vardır. Öyle ki, aynı depremde, yan yana iki binadan birisi ayakta kalıp içindekini korurken, öteki bina çöküp içindekileri enkazın altında ezmektedir! Demek ki; “Öldüren bina değil”dir! Nitekim Van depreminde de yan yana binalardan bazıları çökmüş, bazılarında çatlak bile yoktur. Ve ölümler, yıkımlar, ne depremin ne de binaların marifetidir; tersine tüm yıkım ve ölümler “insanların” eseridir. Ama bu insanlar basit vatandaşlar değil; ülkeyi yönetenler, konut politikasını geliştiren “insanlar”dır!
Kısacası “öldüren” binalar değil de binaları yapanlar; hırsız müteahhitler, hırsız müteahhitlere şu ya da bu nedenle kol kanat geren “denetim elemanları”, seçim rantı uğruna bilimin, teknolojinin gereklerini bir yana bırakan politika erbabı, yerel ve merkezi yöneticiler; birbirini tamamlayan bir zincirin halkaları gibi bir kitlesel cinayetler zinciri oluşturmaktadır.
Ama depremin yıkıcılığı ve can kayıpları vicdanları zorlayan bir aşamaya geldiğinde hükümetin en başındaki Başbakan, kameralar karşısına çıkıp; “İnsan kaybedeceğimize oy kaybedelim, iktidarı kaybedelim! Çürük, kaçak binaları yıkacağız!” diye öfkeyle bağırmaktadır. Sanki çürük binalara izin veren, hırsız müteahhitlere lisans verip onlara “Yürü ya kulum” diyenler, seçim dönemlerinde kaçak yapılanmayı teşvik edenler kendi hükümeti ve yerel yöneticileri değil de vatandaştır! Ve tabi bunu diyen Başbakan, Van ve Erciş depreminde en çok zayiatın, son yıllarda yapılan binalarda, devletin ihaleyle yaptırdığı okullar, hastaneler gibi devlet daireleri olduğunu ve bunların çoğunun AKP Hükümeti ve AKP’li yerel yöneticilerin onayıyla yapıldığını (*) unutarak konuşuyor. Dahası bu yıkılan binaların çoğunun kaçak değil “ruhsatlı” olduğunu da unutuyor Başbakan!
Bu kadar kör gözüm parmağına şeyler unutulup da, depreme karşı önlem dendiğinde; “Kaçak binaları, gecekonduları yıkacağız. Bunun için yasa çıkaracağız” dendiğine akıllara ister istemez, kentlerin önemli merkezlerinin büyük sermayenin eline geçirilmesine yönelik bir “rantsal dönüşüme” dönüşen, “kentsel dönüşüme” karşı direnenlerin mücadelesini kırmayı amaçladıkları anlaşılıyor. Yani depremin faturasının da kentsel dönüşüme karşı mücadele edenlere çıkarılmak istendiği görülmektedir. Tıpkı krizin yarattığı baskıdan yararlanarak işçilerin, emekçilerin kazanılmış haklarını gasbeden düzenlemelerin hayata geçirilmesi gibi. AKP gibi bir sermaye hükümetinin bundan başka bir sonuç çıkarması da beklenemezdi.
(*) AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı; 12 Haziran seçimi öncesinde; “Gecekondulara tapu verileceğini” açıklamıştı. Çok tepki görünce sesini kesmişti.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00