09 Kasım 2011 05:48

Çözme değil, ‘ezme’ dönemi!

Çözme değil, ‘ezme’ dönemi!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

KCK operasyonları ilk gündeme geldiğinde, Evrensel yazarları, bu davanın AKP’nin seçimde bileğini bükemediği BDP’den intikam alma davası olduğunu birçok kez dile getirdiler. O dönemlerde, Başbakan Erdoğan ve AKP’nin diğer kurmayları, ‘yargının bağımsız olduğunu’ öne sürerek, bu davanın kendilerinden bağımsız olarak gündeme geldiğini belirtiyorlardı. AKP’ye yakın liberal yazarlar ve yorumcular da, KCK davasını ‘yargı içindeki Ergenekoncuların işi’ olarak yorumlayarak, iktidarı KCK operasyonlarından muaf tutuyorlardı.
Gelinen nokta aslında davanın başladığı noktadır. Sürecin farkı ise Başbakan Erdoğan ve partisinin diğer kurmaylarının, bugün KCK davasını bir hükümet davası olarak savunmakta bir beis görmemeleridir. Son olarak Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile gazetemizin de yazarlarından olan Ragıp Zarakolu’nun da KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınarak tutuklanmasının ardından bilim insanları, aydınlar, yazarlar, gazeteciler tepki gösterdiler. Özellikle Boğaziçi Üniversitesinde aralarında bölüm başkanlarının da bulunduğu bilim insanlarının cüppelerini giyerek açıklama yapmaları anlamlıydı. Öte yandan, hükümete koşulsuz destek veren liberaller içinden itirazlar gelmeye başladı. Daha önceki tecrübelerle yola çıkarak liberallerin bu tavrının uzun süreli bir tutarlılık içermediğini biliyor olsak da, oluşan tepkinin onların AKP ile mutlu mesut izdivacının arasına “nifak sokacak” düzeye varmış olması not edilmesi gereken bir gelişmedir.
Başbakan Erdoğan’ın bir süredir Kürt sorunuyla ilgili adeta ‘Camiler kışlamız’ siyaseti izlediğini görüyoruz. Kısa bir süre önce Süleymaniye Camii çıkışında, “Artık barış diyenlere yaklaşımımız farklı olacak” mesajını veren Erdoğan, Kurban Bayramı namazını kıldığı Sultanahmet Camii çıkışında da, KCK operasyonlarının süreceğinin işaretini verdi. Erdoğan’ın, “Terör örgütünün silah bırakması halinde her şeyin çok daha kolay çözüleceği görülecektir” anlamına gelen ifadeleri ise, hem KCK operasyonları sonucunda tutuklananların, hem de başlı başına Kürt sorununun kendisinin; PKK’nin silah bırakma koşuluna bağlanmış bir biçimde iktidar tarafından rehin tutulduğunun açık bir ifadesiydi.
Başbakan Erdoğan’ın Bayram’da Rize’de yaptığı konuşmadaki şu ifadeler de, bu tutumun varacağı boyutların işaretlerini veriyor: “Son KCK operasyonları... Kimse bizden bunun da durmasını beklemesin. KCK operasyonlarını destekleyenlere uyarımı ben yine yapıyorum: KCK’yı iyi tanımanız lazım. KCK’nın nereye vardığını bilmeden ve bu işin içerisinde kimlerin ne tür rol üstlendiğini bilmeden yaptığınız açıklamalar, ister medyada olsun, ister şurada, ister burada olsun; nerede olursa olsun teröre destektir, teröre hizmettir.”
İçişleri Bakanı Şahin’in Kürt sorunu için, “Sorun sorun diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum sorunu bulamıyorum” biçimindeki sözleri de, Başbakan Erdoğan’ın, bir süre önce dile getirdiği, “Sorun yok derseniz yoktur” sözlerini hatırlattı. Yani Bakan öyle ‘ne dediğini bilmeyen’ ve ‘işkembeden konuşan’ bir zatı muhterem değil (!)
Bu çizgi artık AKP’nin koltuğunun altına girerek, Kürt hareketini ve sosyalist solu AKP’nin istediği ‘kıvama’ getirmek adına, ‘yıpratma’ faaliyetleri yürüten Taraf gazetesi yazarları arasında bile farklılık oluşturacak bir çizgidir. Yani bu çizgi artık Kürt hareketini de eleştirme ‘tarafsızlığı’ ile tolere edilip dengelenemeyecek kadar açık biz çizgidir. Başbakan Erdoğan, bugün artık, 11 Eylül sürecinde dönemin ABD Başkanı Bush’un ifade ettiği gibi ‘Ya benden yanasın, ya da düşmanım’ demiş oluyor.
Başbakan Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, “Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bir mahkum, cezaevinden tehditler yağdıramaz, terör örgütünü yönetmeye kalkamaz, terör eylemlerine yönelik talimatlar veremez. Öcalan’ın durumu çok iyi irdelenmesi gereken bir konudur. Bu noktada da sanırım bazı düzenlemeler yapılacaktır” sözleri de, hükümetin bu süreci planlı bir biçimde sürdürmeye kararlı olduğunun bir başka ifadesidir.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye’de demokrasiden yana olan bütün kesimlere de açık bir sorumluluk yüklüyor. Kürt sorununda demokratik çözüm isteyenlerin cadı avı politikasıyla ‘KCK torbasına’ doldurulmasının hükümetin siyasi planının bir parçası olarak yürüdüğü artık bu kadar açık olduğuna göre, buna karşı mücadelenin de ikirciksiz olması gerektiği açıktır.
Hükümetin bu politikası, Türkiye’de Kürt sorununun aslında tüm diğer demokrasi sorunlarının da anahtarı düzeyine yükseltmiş bulunuyor. Bunu göremeden tutarlı bir demokrasi savunuculuğu yapmak mümkün değildir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa