14 Kasım 2011 06:18

İrlanda... Yunanistan, İtalya... derken!

İrlanda... Yunanistan, İtalya... derken!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Karl Marx, siyaseti, “ekonominin yoğunlaşmış biçimi” olarak tarif etmişti.
Son yıllarda Avrupa’da olanlara bakınca, Marx’ın bu yaklaşımından ilham alarak, “Ekonomik krizin yoğunlaşmış halinin hükümetlerin devrilmesi”ne yol açtığını söyleyebiliriz. 2001 krizinin Türkiye’de Ecevit Hükümetini devirmesi Ecevit’in partisi ve ortaklarını barajın altına kadar itmesi gibi, bugün de Avrupa’da kriz etkenlerinin yükselmesi, krize karşı en duyarlı ülkelerde (sistemin daha zayıf halkalarında) hükümetleri bir bir devirmektedir. İrlanda, Portekiz, İspanya, Slovakya, Yunanistan hükümetleri şimdiden kriz kurbanı hükümetler durumuna düşmüş bulunmaktadır. İtalya’da ise, en rezil skandalların bile deviremediği Silvio Berlusconi, bir türlü önleyemediği krizin kurbanı olarak sallanmaktadır. Muhtemelen de yarın yapılacak meclis oturumdaki oylamada Berlusconi ve hükümeti düşecektir.
“Berlusconi artık son kriz kurbanı başbakandır” diyebilir miyiz?
Elbette hayır!
Çünkü krizin yol açtığı iç ve dış etmenlerin AB’nin en güçlü ikinci ekonomisi Fransa’yı da kuşatmaya başladığı konusunda gözlemciler hemfikirdir.
Ne Libya’ya yönelik saldırıya liderlik yapması ne de en önemli rakibi Strauss-Kahn’ın başına gelenler (Belki getirilenler demek daha doğru olur) Sarkozy’i kurtaracak gibi görünmüyor. Dahası Fransa’dan, sendikaların da geniş kapsamlı, genel grevleri de içeren eylemlere hazırlandığı haberleri gelmektedir. Hedefe konan ise Sarkozy ve hükümetin emek düşmanı ekonomi politikalarıdır.
Ama öte yandan krizin devirdiği hükümetlerin yerine gelen hükümetlerin de krizin etkilerini azaltmakta başarılı oldukları çok şüphelidir. Bu hükümetler, sadece halklar tarafından, “bir umut” desteklenmişlerdir ve şimdi onların da hızla itibar ve güç kaybettikleri gözlenmektedir.
İspanya ve Portekiz’de süreç hükümetleri eteklerinden tutup sallamaya başlamıştır bile. Yunanistan da ise bir haftadan beri yeni hükümetin kim tarafından nasıl kurulacağı belirlenmemiştir. “Ateşten gömleğe” dönüşmüş olan hükümeti kurmaya cesaret edecek bir şahıs (cesur bir Yunanistan Kemal Derviş’i aranmaktadır) henüz çıkmış değildir!
İtalya’da ise kriz henüz finans alanında dönüp dolanmaktadır ama asıl etkisini göstermiş değildir. Bu yüzden de krizin ayak sesleri bile Berlusconi’yi götürmeye yetmiştir. Dahası “İtalya’da kriz” demek Yunanistan gibi o ülkeyle sınırlı, yani “İtalya krizi” olarak kalmaz. Tersine bir “İtalya krizi”nin “AB krizi”ne dönüşmesi ve dünya krizinin tetikleyicisi olması sürpriz sayılmaz.
Bu yüzden de gelişmelerin seyrine bakıldığında, bir bir devrilen zayıf ekonomilerin başındaki hükümetler dizgesinin bir anda pek çok hükümetin düştüğü hatta “düşemediği” ama sistemin de bu itibarsızlaşmış hükümetlerle birlikte alabora olduğu bir aşamaya doğru evrilmesi beklenmez değildir.
Yani yılın başında Tunus’tan başlayarak yayılan Arap-İslam dünyasındaki isyanların sistemle bir ilgisinin olmadığını söyleyenler, yılın sonunda o isyan ateşini parlatan çelişkilerin Avrupa’yı sallamasına tanıklık etmektedirler ve daha da edecekleri görünmektedir.
Kuşkusuz ki sermayenin çeşitli adlar altındaki odakları ve hükümetleri bu gelişmeleri ve gelişmelerin içerdiği tehditleri görmüyor değildir. Ama bazı konularda çaresizdirler. Ancak, emekçiler aleyhine olan ve sistemin orasındaki burasındaki delikleri kapayarak onu ayakta tutabilecek önlemleri ise almaktadırlar. Ve bu önlemlere, elbette sisteme karşı mücadele olmadığı koşullarda; burjuva hükümetler düşse de sistem alabora olsa da sistemin sahipleri eninde sonunda onu yeniden kurarlar. Bu yüzden de “Emek cephesinin, devrimci güçlerin ve sınıf partilerinin alacakları tutum, yakın gelecekte dünyanın gidişatına damgasını vuracaktır” demek bir kehanet sayılmaz.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa