13 Kasım 2011 09:31

Kitaba dokunmak

Kitaba dokunmak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstanbul için kitap vakti, geldi yine. Yollara döküldük.
Büyükçekmece’deki TÜYAP’ın şehrin geneline uzaklığı hâlâ zırt pırt gündeme gelen bir konu değil artık, servislerin sıklığı, metrobüs derken alışıldı belki de. Bu yıl da, metrobüsün inşaatı biraz zora soktu TÜYAP yolculuklarını, çünkü Avcılar’daki metrobüsten TÜYAP Fuar alanının bulunduğu Beylikdüzü’ne kadarki metrobüs inşaatı, günün her saati trafiğin adım adım ilerlemesi anlamına geliyor. Önümüzdeki yıllarda metrobüsün oraya uzayacak olmasına sevinmeye çalışacağız, ne yapalım.
Fuarın ilk günü, görünüşe göre geçen yıllardaki kalabalığından bir şey kaybetmemiş olarak başladı. Kapıdaki kuyruklar, koridorlardaki sıkışmalar, alışık olduğumuz kadardı. İlk izlenim, her şey demek değil ama bir fikir veriyordu işte. Yayıncılara “İşler nasıl” diye sorunca, ilk günden çözülmediler, ne iyi ne kötü cevaplar verdiler.
İçeriği değil de, sanki duygusu değişmişti fuarın. Fuarın, hele ilk günü, bir coşku görmeye alışık olurduk. Henüz yorulmamış olan stant görevlilerinin ilk satış mutluluğu, ilk gününde akın edecek kadar TÜYAP’ı beklemiş okurların heyecanı, yüzlere gülümseme olarak yansırdı. Oysa bu kez, bir tuhaf hüzün var gibiydi. Havanın kapalılığından değildi bu, keşke öyle olsa.
Geçen fuardan bu yana çok şey değişmedi denebilir belki, memleket bildiğimiz gibi, doğru. Ama kitapların, yayıncıların başına gelenler azımsanacak gibi değil. Yazdığı kitaplardan dolayı gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener hâlâ içerideler mesela, birçok gazeteciyle, yayıncıyla birlikte. Biz Ragıp Zarakolu’nun yüzünü görmediğimiz bir fuar düşünemezken, şimdi o KCK operasyonu tutuklusu olarak içeride. Yayıncı arkadaşlarının hazırladığı afişlerin birçok standı süslemesi, onun eksikliğini gidermezdi ya, yüzünü görmüş kadar olduk deyip, avunduk.
Deniz Zarakolu da Ragıp Zarakolu da yokken de Belge Yayınları her zamanki yerinde, kitaplarıyla yine de okur karşısındaydı. Memleketin efendilerini kızdıracak hangi güzel işleri yaptıklarını hatırlamak için, o kitapları topluca bir arada görmeye gittim. O sırada, bir anda standa yaklaşan bir teyze, “Hayır o öyle değil” diye bağırmaya başladı. Hepimiz döndük, “Ermeni soykırımı falan olmadı, göç ederken insanlar yollarda öldüler” gibi müthiş açılımını bizimle paylaşıverdi. Sesi bu kadar çok çıkmasa ciddiye alınacak gibi değildi ya, yayınevinin görevlileri yine de laf anlatmaya çalıştılar. Orada yaşanmış tonla anıyı anlatan kitaplar, binlerce belgeye dayanan araştırmalar, tanıklıklar, bilimsel tartışmalar yan yana dizilmişken, teyze bağırarak geldi, bağırarak gitti. Arkadaşı onu çekiştirirken en son “Benim de Ermeni arkadaşlarım var” dediğini duyduk. Ama yine de yayınevi görevlilerinin “Bir de bunu okuyun” diye vermeye çalıştıkları kitaba dokunmadı bile.
İki şeyden ödü kopuyordu teyzenin. Bundan yüz yıl önce, aslında yıkıldığından çok memnun olduğu bir devletin yöneticilerinin kendi vatandaşlarını, onun arkadaşlarının atalarını topluca ölüme mahkum etmiş olmaları ihtimalinden, tarihin ona anlatıldığı gibi olmayabileceğinden ödü kopuyordu. Bir de gerçeği anlatan kitaplardan.
Kitaptan ödü kopan başkaları da var ya, işin kötüsü onlar pek yetkili. Keşke ödleri korktuğu için kitaplara dokunmasalardı ama dokunmaya kararlılar, kitaplara, aydınlara, fikre, muhalefete, halka... “Kitaplar suç değildir” diye yazan TÜYAP stantları, onlara rağmen ayakta.
Bize kitaba daha fazla dokunmak düşüyor. Bir de onlara “dokunma” demek.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa