Gazeteci ölümleri kader mi?
Fotoğraf: Envato
DHA Muhabirleri Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz habercilik kurallarına bağlı olmanın, daha iyi daha çabuk haber iletme heyecanı taşımalarının bedelini ağır ödediler. Deprem onları sahte makyajla iç çürümesi gözlerden kaçırılmış bir otel binasında yerlisi yabancısı bir grup insanla birlikte yakaladı. Kurtulmaları mucizelere bağlıydı. Umutla bekleyiş ne yazık ki mucize yerine meslektaşlarımızın ölüm haberiyle son buldu. Gazeteciler iki değerli üyesini sonsuzluğa uğurlarken kendi muhasebelerini de yapıyorlar mı diye düşünmeden edemiyorum. Günümüz gazeteciliğinde muhabirin yeri nedir? Kaç muhabirin sosyal güvencesi vardır? Kaç muhabir fiilen gazetecilik yaptığı halde hukuk karşısında gazetecidir? Siyasiler tarafından horlanan, güvenlik güçlerinin copu ve biber gazı ile terbiye edilen, valiler, belediye başkanları ve emniyet müdürleri ile jandarma tarafından azarlanan, tehdit edilen ve buna karşın çoğu olay karşısında gazete yetkililerini arkalarında göremeyen, basın yayın organlarının paryalarıdır onlar. Habercisi, kameramanı, foto muhabiri ile oradan oraya koşuşturur halka doğru, yansız haberi en çabuk ulaştırmanın yollarını ararlar. Yaptıkları iş bir kamu hizmetidir ama ne kamu farkındadır ne de ülkeyi yönetmeye soyunan siyasiler. TGC Van’daki ilk depremin hemen ardından etkili, yetkili herkese gazetecilerin özellikle de yerel muhabirlerin zorlu koşullar altında görev yapmaya çalıştığını, kendilerine bir konteyner veya baraka sağlanırsa çalışma koşullarının büyük ölçüde rahatlayacağını anlattı. Olmadı. Zaten böylesine bölünmüş, örgütlenmenin dışına itilmiş, itilip kakılan gazete emekçileri için böyle bir düşünce bile fantezi gibi geliyor insana. Sonuçta iki değerli meslektaşımızı görev başında yitirdik. Ailelerini, dostlarını, meslektaşlarını yasa boğduk. Adları ve anıları basın tarihinin onurlu sayfalarında yer alacak, yaşayacak...
Gazetecilik ülkemizde giderek zorlaşan bir iletişim alanı. Ana akım medyada işten çıkarmaların, ucuz emeğin, sosyal güvencesiz çalıştırmanın, sansürün, oto sansürün ardı arakası kesilmiyor. Ceza yasası, terörle mücadele yasası gazetecinin nesnel haber yapmasını engelliyor. Araştırmacı gazeteciliği öldürüyor. Önceleri Doğuda, Güneydoğuda gazetecilik yapmak kahramanlıktı. Şimdi ise İstanbul ve Ankara’da muhabirlik, yazarlık da aynı konuma geldi. 63 gazeteci cezaevinde. 2011 yılında kitap toplanıyor, kitap yasaklanıyor bu ülkede. Akademisyenler cezaevini boyluyor. Bu mu düşünceyi ifade özgürlüğü, bu mu ileri demokrasi? Gazeteciyim diye ortalığa saçılanların çoğunun kılı kıpırdamıyor. Tersine iktidar meddahlığına devam ediyorlar. Çağdaş demokrasilerden, yeni anayasadan, nurlu ufuklardan söz açıyorlar. Savaş tellallığı yapıyorlar. Oysa ülke insanı ölüme alıştırıldı, ölümlerle kol kola yaşıyor. Şiddetle, tehdit altında bir korku ikliminde yaşatılıyor halk. Nitelikli muhabir istemeyen devlet çarkları nitelikli muhbir arıyor. Sonra da halkın karşısına geçiyor ve alay edercesine birlikten, beraberlikten söz açıyorlar. Umalım basın emekçileri yaşananlardan dersler çıkarmayı becerebilsinler. Örgütlü olmanın önemini kavrasınlar. Ayrımcılığın mesleğe getirdiği kötülüklerin ayırtına varsınlar, sorumlulukları kadar haklarının bilincinde de olsunlar. Acılı tüm meslektaşlarıma ve ailelerine sabır diliyorum.
- Korku üzerine 27 Kasım 2024 04:35
- Sabah esintileri 20 Kasım 2024 04:25
- Kayıp ülkem 13 Kasım 2024 04:05
- Samimiyetinizi sevsinler! 06 Kasım 2024 04:40
- Umut yaprakları 23 Ekim 2024 03:07
- Anılarda bir gezinti 16 Ekim 2024 04:47
- Çığlık 09 Ekim 2024 04:10
- İçe bakış 25 Eylül 2024 01:47
- Çivisi çıkmış toplumda çocuk olmak 18 Eylül 2024 04:28
- Çıkmaz sokak 11 Eylül 2024 04:44
- Çocuğun gördüğü düştür barış 04 Eylül 2024 04:10
- Orman Siyaseti 21 Ağustos 2024 04:24