Düzenlemenin farklı biçimleri
2008 krizinin nasıl “aşılacağı” üzerine çokça konuştuk. Öncelikle iki ihtimal söz konusu idi. Bunlardan ilki, tüm kapitalist ülkelerde veya belli bölgelerde işçi sınıfı, emekçiler ve diğer muhalefet unsurları kapitalist üretim ilişkilerine son verecek biçimde üretim araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırabilirlerdi: bu olmadı! İkinci ihtimal ise yola kapitalizm ile devam etmek ama bu yeni kapitalizmin önceki versiyonuna göre daha sert ve müdahaleci bir görünüme sahip olmasıydı: bu oldu!
Yeni kapitalizmin inşasındaki temel amaç sermayenin merkezileştirilmesi ve kontrol altında sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Bu yeni dönemi eskisinden ayıran temel özellik kapitalist ülke devletlerinin doğrudan müdahalelerle kapitalist birikim rejiminin gladyatörlüğüne soyunmasıdır.
Krizin miladı sayılan 2008’den itibaren gerçekleştirilen kapitalist düzenlemeci uluslararası toplantıların tamamında devletlerin müdahale biçimleri üzerinde duruldu. İlk başta “ortak ruh” ile zikredilen “denetimli kapitalizm” zamanla farklı bölgelerde farklı uygulama olanakları buldu. Bu farklılık ve bir anlamda ülkelerin tek tek ya da gruplar halinde içe dönüşü ‘80’lerin ortasından itibaren her fırsatta tekrarlanan ve ne halt olduğu hâlâ anlaşılamayan bir mitin: “küreselleşme”nin de tarihin çöplüğünde yerini almasına yol açtı.
Küreselleşme yalanının boşa çıkışı ulus ötesi kapitalist düzenleyici kurumların ve uygulamaların da askıya alınmasına yol açtı. Örneğin bu süreçte ne Dünya Ticaret Örgütünün adını duyar olduk ne MAI’nin ne de tahkimin.
Tüm bu ayrışma ve bölgesel birliklerin öne çıkışı aynı zamanda yakın gelecekte ortaya çıkabilecek paylaşım savaşının da ilksel görünümü konusunda fikir veriyor.
***
Kapitalist devletlerin farklı şiddet ve araçlarla kapitalistlerin sermaye birikiminin yolunu açma gayreti elbette söz konusu ülkelerin büyük çoğunluğunda halk muhalefetiyle karşılaştı. Bu muhalefet Arap dünyasında olunca “demokrasi özlemindendir” deyip gizli veya açık destek veren erken kapitalist ülkeler oralardaki “ekmek mücadelesinin” yönünü büyük ölçüde saptırıp halkın bir dikta rejiminden diğerine geçişine “yardımcı” oldular. Gerçekten de bugün başta Mısır ve Tunus’ta geniş halk kesimleri “ne değişti” sorusunu soruyorlar. İşsizlik ve yoksulluk katlanarak artmaya devam ediyor. Bu süreç belki de Arap dünyasına bu kez bahar esintisi değil devrim rüzgarı getirir!
Batı yakasında ise kapitalist demokrasi zokasını on yıllar önce yutmuş olan emekçiler artık meselenin özünü yani basitçe yüzde 99’un gelirin yüzde birine mahkum edildiğinin farkına varıyorlar. ABD’de başlayan “işgal et” hareketi Avrupa’ya sıçramış durumda. Elbette bu fark ediş ve silkelenişin üretim ilişkilerini tamamen ters yüz edeceğini söylemek çok gerçekçi olmaz. Zira, batı yakasının bireycileştirilmiş emekçileri için yeniden bir ‘68 düşünmek en azından bugün için hoş bir hayal.
***
Yeni müdahale biçimleri ve yeni mücadele şekilleri evet ama bir de hiç değişmeyen gerçekler var! Bir ülkede ekonomik kriz varsa ve “fırsata”da çevrilememişse iktidarı yutar. Geçen hafta Yunanistan’da ve bu hafta başında İtalya’da sapır sapır dökülen hükümetler gözleri ister istemez sıradaki Portekiz ve İspanya’ya çeviriyor.
Peki ne oluyor bu ülkelerde? Ne Yunanistan’dan ne de İtalya’dan “Hükümet devrildi ve erken seçime gidiliyor” haberi almadık ama ikisinden de “mutabakat hükümeti” ve herkesin üzerinde anlaşacağı teknokrat bir başbakan haberi aldık. Nedir iki ülkedeki ve sıradaki ülkelerde ortaya çıkacak durum? Bu ülkeler kendilerinden büyük olan ABD, Fransa ve Almanya’nın ekonomik boyunduruğuna tamamen girmektedirler. Bundan sonra batı yakasında oyunun kuralları daha az kapitalist demokrasi ve acı reçetelerin daha ağır uygulanışı olarak ortaya çıkacaktır.
Evrensel'i Takip Et