Teknokratlar ve demokrasi

Bağımlı ülkeler ekonomik krizlerin pençesine düştüklerinde onlar için hazır bir reçete bulunuyordu. Büyük devletler ve onların icracısı rolündeki IMF gibi uluslararası kuruluşlar ekonomide yapılması gerekenleri sıralıyor, listeyi hükümetlerin ellerine tutuşturuyordu. Eğer hükümet değişmemişse ekonominin başına bir “teknokrat” getiriliyordu. Bu “teknokrat” ya Dünya Bankası, ya da ciddi bir uluslararası mali kuruluşta görev yapmış birileri oluyordu. Ondan sonra bu bağımlı ülkeleri daha fazla soyacak bir plan devreye giriyordu. 2001 krizinde Kemal Derviş örneği hatırlardadır.
Bağımlı ülkeler için olağan sayılan bu süreç şimdi ciddi ekonomik büyüklükleri olan ülkelerde de uygulanmaya başladı. Kara Avrupa’sının Almanya ve Fransa’dan sonra üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya bunun son örneği oldu. AB Bürokratı Monti başkanlığında bir hükümet kuruldu. Geleneksel partiler bu hükümeti destekliyor. Yunanistan İtalya’ya göre küçük bir ekonomi ama AB üyesi bir ülke. Yunanistan’daki süreç daha önce başlamıştı. Ekonomik kriz Papadimos adlı AB bürokratının başbakanlığında yeni bir hükümetin kurulmasına yol açtı. Pasok ve YDP bu hükümeti destekliyor ona bakan veriyorlar.
Şimdi “teknokratlar” başkanlığında kurulan İtalyan ve Yunan hükümetlerinden beklenen, ekonomideki krizin ve tüm sıkıntıların yükünü halkın sırtına bindirmeleridir. Kendilerine bu görevin verildiği “teknokratlar” herhangi bir seçimle iş başına gelmediler. Onlar seçimlere katılıp halka vaatlerde bulunmadılar, halkın önünde sorumluluk altına girmediler. Yani “temsili demokrasini” en temel ilkeleri açıkça çiğnendi. Onlar paraşütle hükümet koltuğuna oturdular ve herhangi bir hükümetin kolay kolay uygulayamayacağı, uygulaması durumunda ise o hükümet partisinin ilk seçimlerde tarih olmasa da iyice küçüleceği bir program uygulayacaklar. Bizde 2001 sonrası yapılan ilk seçimlerde koalisyonu oluşturan partiler yüzde bire, ikiye düşmüşlerdi. PASOK Lideri Papandreu bunu hatırlamış olacak ki, politik gözlemcilerin aptalca bulduğu, ama kendisini kurtaracak tek adım olan referandum açıklamasını yaptı.
Burada artık açık ve kesin bir soruyu ortaya atmak gerekiyor: bütün bu olup bitenlerin demokrasi ile bir ilgisi bulunuyor mu? Avrupa demokrasinin beşiği değil miydi? Eğer demokrasi büyük bankaların, tekellerin isteklerinin yerine getirildiği bir yönetim biçimi değil de, halkın iradesinin uygulandığı bir yönetim biçimi ise, bu olup bitenlerin demokrasi ile ne ilgisi var? Durumu olanca açıklığı ile şöyle ortaya koymak sanırız olanaklıdır: bugün tekellerin yönetimi demokrasi olarak kabul edilmekte ve böyle bir yönetimin halkın çıkarlarını ifade ettiği yanılsaması halklara empoze edilmektedir. İtalya ve Yunanistan dışındaki ülkelerde de durum farklı değildir. Ancak İtalya ve Yunanistan’da perde yırtılmış, arkadaki yönetenler şoför mahalline oturmuştur.
Lenin Devlet ve Devrim (İhtilal) adlı yapıtının ilk baskısının önsözünde “Güçlü kapitalist topluluklarla daha sıkı bir biçimde kaynaşan devlet..” tespitini yapar. Marksizmin düşmanları ve her türden eleştirmenleri bu tespit ve yaklaşımların “eskidiğini, bunların modası geçtiğini” bilmem kaçıncı kezdir tekrarlayıp duruyorlar. Onlara göre devlet sınıfların bir “uzlaşma” aracıdır. Ama sınıfların uzlaşması olanaklı olsaydı devlet diye bir kurum olmazdı. Lenin öleli neredeyse bir asır oluyor. Şimdi bu zevatın ortaya çıkıp İtalyan ve Yunan halkının tekellerin programının uygulanması için sermaye ile uzlaştıklarını, programların uygulanmasına gönüllü razı olacaklarını kanıtlamaları gerekiyor.
Ama Yunan ve İtalyan sokaklarından başka sesler geliyor. Grevler, genel grevler, gösteriler birbirini izledi, izliyor. Eğer hükümetler tekellerin programlarını uygulayacaklarsa bunun sadece tek yolu var, o da halka, yani, işçi ve emekçilere boyun eğdirmektir. Büyük sermayenin sınıf egemenliğinin bir aracı olan devlet yıkılmadıkça halkın çıkarlarını temsil eden bir demokrasinin hayal olduğunu gelişmeler açıkça kanıtlamaktadır. Ortada bu gerçeği kanıtlayan güncel bir örnek var, Yunanistan Komünist Partisi Papandreu Hükümetinin yıkılması çağrısı yapmıştı. Görüldü ki AB bu konuda daha çabuk davrandı! Demek ki halkların, işçi ve emekçilerin daha farklı bir yol bulması, kendi devletlerini kurabilecek bir  çözümü bulmaları gerekiyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et