Postliberalizm ya da sermayenin faşizmi (3)

Bir süredir dünya literatüründe bir başka adla yani postneoliberalizm başlığı altında yeniden dillendirilmeye başlanan kavramın, en nihayetinde neoliberal iktisadi politikaların yetersizliklerinin ve başarısızlıklarının kendini ispat etmesinden hareketle ve bu çizginin kendi iç çelişkilerini de kullanarak gündeme taşındığını, münhasıran da devletin fiili olarak siyasi ve iktisadi gelişme süreçlerinde tam anlamıyla müdahaleci bir biçimde yer almasını ileri sürdüğünü belirtmiştim. Bu haliyle de söz konusu çizginin bir burjuva iktisadı şablonundan başkaca bir şeyi ifade etmediği vurgusunda bulunmuştum.
Bu nedenle, ‘postliberalizm ya da sermayenin faşizmi‘ başlığında ortaya koymaya çalışacağım çerçevenin ve bu çerçeve içinde yaşanmaya başlayan ve yaşanacak olası gelişmelerin, postneoliberalizm başlığı altında kullanılan içerikten farklılaşacağını şimdiden belirtmek isterim.
Şimdi yine son iki yıldır kullanılmaya başlanan ve fakat bu kez de postliberalizm olarak ifadelendirilen yaklaşıma kısaca bir göz atalım.
Dünya ekonomisinde ekim 2008 tarihinden itibaren yaşanmaya başlayan iktisadi kriz sonrasında G-20’ye üye ülke temsilcilerinin mutat bir biçimde bir araya gelip, anlamlı hiçbir çözüm yaratmadan dağıldığı toplantıları biliyoruz. Ancak, söz konusu oluşumun 2010’da Seul’de gerçekleştirmiş olduğu toplantının önceki toplantılardan bir farkı bulunmaktadır.
Bu farklığın ise bir yönüyle postneoliberalizm olarak ortaya konan görüşle örtüştüğünden söz edilebilmesi mümkün görünmektedir. Seul sonrası yapılan açıklamanın özü, piyasa ekonomisinin işlerliğini kaybettiğinin somut olarak ifade edilmesinin yanı sıra iktisadi krize çözüm bulma çerçevesinde gerçekleştirilecek düzenlemelerin, devletin eliyle sürdürülmesine imkan tanıyacak nitelikte olmasına dayanmaktadır. Bir başka deyişle, yapılan açıklama esasında, Adam Smith’in ‘görünmez elinin’, şimdilik devlet tarafından tutularak güçlendirilmesi düşüncesi üzerinde yükselmektedir. Bu haliyle başvurulacak hamlenin, postneoliberal söylemin koluna girdiği izlenimini yarattığı belirtilebilir.
Ancak, Seul’deki G-20 toplantısından sonra yapılmış olan açıklamanın bir ayırt edici özelliği bulunmaktadır. Bu da, iktisadi korumacılığın dünya ekonomisinin ajandasına taşınmış olmasıdır. Bu ifadelendirmenin daha da dikkat çekici hale getirilmesi için, ‘iktisadi korumacılık’ yerine ‘iktisadi milliyetçilik’ kavramının kullanılması daha doğru olacaktır.
Açıklaması ABD başkanına bırakılan dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin bu yeni yön tayini, kırk yıldır sürdürülen neoliberal iktisadi politikaların üstünün bir kalemde çizilmiş olduğunun resmidir. Esasında bu süreç, liberalizmin kalesi olarak bilinen ABD’de, ekim 2008 tarihinden itibaren FED tarafından özellikle de değişik yol ve yöntemlerle banka ve şirket kurtarmaları biçiminde gerçekleştirilen uygulamaların bir kez daha ve fakat başka ifadelerle yüksek sesle telaffuz edilmesidir. Daha açıkçası, Seul sonrasında, neoliberal iktisadi politikaların, liberalizmin kalesi olarak bilinen bir ülkenin başkanı tarafından defin işlemi gerçekleştirilmiş, neoliberalizmin süngüsü, yine neoliberalizm savunucularının kendi elleriyle düşürülmüştür.
Bu açıdan ele alındığında, ‘iktisadi milliyetçilik’ düşüncesinin ve beraberinde gelecek olası uygulamaların, bir açıdan benzeştiği iddia edilebilecek olan postneoliberalizmin, postliberalizmle olan birlikteliğini daha doğrusu ortak paydasını yok ettiğinin belirtilmesi gerekmektedir.
Bu arada, dünya ekonomisinde korumacılık eğilimlerinin artması ve hızlanması sonucunda ne tür gelişmelerin yaşanacağının kestiriminin halihazırda yapılamayacak olması nedeniyle, Seul sonrası yaşanacak olası durumun şimdilik postliberalizm olarak adlandırıldığına da dikkat çekmek isterim.
Sonuç itibariyle, hangi temenni içinde ifade edilmiş olursa olsun, benim çerçevelendirmeye çalışacağım gelişme, ne post-neoliberalizm ve ne de postliberalizm kavramlarıyla anlatılmak istenenle örtüşecektir.
Bu konuda bilinmeyen bir şeyi ifade etmeyeceğimi de şimdiden söylemek isterim.
Ortaya koymak isteyeceğim gelişmeler, sadece geleceğe ilişkin süreçlerin yaşanmış gerçeklikler üzerinden kestirimi biçiminde olacaktır.
Selam ola.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Antep’te devlet, patronların yüzde 30 zam dayatmasını kabul etmeyerek fiili greve çıkan işçilere karşı adeta sıkıyönetim ilan etti. Eylemler yasaklandı, grev çadırları yıkıldı, işçilere öncülük eden Sendika Başkanı gözaltına alındı, Demokrasi Meydanı işçilere kapatıldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Başpınar işçilerinin Demokrasi Meydanı'nda yapacağı eylem polis engeline takıldı. BİRTEK-SEN Genel Başkanı gözaltına alınıp serbest bırakıldı.

Evrensel'i Takip Et