18 Kasım 2011 09:43

Demek ki neymiş?

Demek ki neymiş?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Eğer işler iyice sıkışmışsa, “normal koşullar içinde” yalanın üstü örtülemez hale gelirse; yalan, iftiralar, kara propaganda ortalığı kaplar; ama gerçekler de itiraf edilmeye başlanır. Herkese demokrasi ve özgürlükler üstünde ders verenler, barış ve kardeşlikten dem vuranlar, birden savaşın, şiddetin erdemlerinden söz etmeye başlarlar. Güvercinler şahin, özgürlük diye yanık türküler söyleyenler bir anda despota dönüşür!
İşler öyle sıkışmış ki, son günler sanıkların gerçek niyetlerini itiraf etme dönemi gibi.
- Aylardır Arap isyanlarına batı ve NATO müdahalesinin, demokrasi ve özgürlükler için yapıldığını, Türkiye’nin bu saldırı koalisyonuna katılmasında da amacının Libya’da “Barış ve huzurun tesisi” olduğu propagandasını yapan Başbakan, Suriye’de Esad rejimi üstündeki baskılarının bir türlü sonuç vermemesi ve batılıların Türkiye’nin “acele müdahale” tavrı karşısında ayak sürümesine sinirlenerek baklayı ağzından çıkardı: “Suriye, enerji kaynakları konusunda yeterince zengin olmadığı için dünyada yeterince izlenmiyor, Libya kadar yankı uyandırmıyor. Libya için iştahlarını kabartanların Suriye’deki katliamlar için sessiz kalmaları vicdanlarda tarifsiz yaralar açmaktadır.”
Demek ki; Libya’ya NATO müdahalesi, özgürlük, insan yaşamlarını kurtarmak için değil, Libya’nın zengin petrol kaynaklarını ele geçirmek için yapılmış!
- “Bilim” denince akan suları durduran hükümet ve onların her köşedeki yöneticileri, bilimin halkın lehine ve yöneticilerin ipliğin pazara çıkaran araştırmaların dayanağı olması karşısında çileden çıkıyor. Bunun son örneğini Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası’da yaptığı araştırma karşısında tanık olduk.
Hamzaoğlu’nun Sağılık Bakanlığından YÖK’e, Kocaeli Üniversitesinden Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanına kadar bütün ilgili otoritelerin şiddetini çeken araştırması, Dilovası’daki her 100 ölümden 23’ünün kanserden olduğu ve bunun da çevre kirlemesiyle bağlantılı olduğunu öne süren araştırmasıdır. “Halkı yanlış bilgilendirmesi” ve “Halk arasında paniğe neden olduğu”  iddiasıyla suçlanan Hamzaoğlu, şimdi bir yandan üniversite yönetimi tarafından cezalandırılırken öte yandan da savcılık tarafından hakkında soruşturma açılmak istenmektedir.
Böyle vahim bir durum karşısında hükümet, YÖK ve üniversite kendi sorumluklarını hatırlamak yerine, bilimin imkanlarını halk lehine kullanan bilim insanlarına karşı elindeki bütün silahlarla saldırmaktadır.
Demek ki; bunların kitabında bilim sadece kârı artırmak, sömürüyü katmerlendirmek ve sermaye sahiplerinin hizmetine koşulduğunda güzeldir. Ama sistemin çürümüşlüğünü, halk düşmanlığını açıkladığında bilim zararlı ve yalan, bilim insanı ise üniversiteden atılması gereken, savcıların cezaevine koymak için arkasından koştuğu kişidir.
- İşler yolundayken burjuva demokrasilerinde halk ve halkın seçtikleri yüceltilir; bu seçilmişlerin kurduğu hükümetler tek doğru hükümetler olarak övülür, “mili iradede”den, seçimin erdemlerinden dem vurulur. Ama işler yolundan çıkıp, sistem partilerine oy verenler gerçekleri görmeye başladığında “seçim” de “milli irade” de bir tarafa itilir; halkla seçim ve geçim bağı olmayan, teknokratlar, yetemezse askerler işbaşına getirilir. Dün Türkiye’de cuntaların arkasındaki zihniyet buydu; bugün de İtalya ve Yunanistan gibi demokrasi ülkelerinde şimdi; Meclisler, “halk iradesi” gibi ayak bağlarının bir yana itilerek teknokratlar hükümetlerin kurulmasına yönelinmesi aynı zihniyetin ve aynı çıkarların gereğidir.
Demek ki; seçimdi, halk iradesiydi; bunlar kulağa hoş gelen masallardır; asıl olan sistemin bekasıdır ve burjuva demokratik kurallar bu bekayı koruduğu ölçüde “baş tacı”dır. Aksi halde, gelsin teknokratlar, bürokratlar; yetmezse de askerler!
- İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Prof.Dr. Emine Büşra Ersanlı’nın KCK’ya yönelik operasyon kapsamında tutuklanmasını, “Sayın profesörümüzün anladığım kadarıyla bu yapıyla bir bağlantısı olduğudur. Sanki dersimiz; siyaset konumuz da Türkiye Cumhuriyeti’nde halk nasıl ayaklandırılır, Türkiye Cumhuriyeti nasıl bölünür derslerinin hocalığını yapmak durumundaymış diye duyuyoruz.” biçiminde açıkladı.  Yetinmedi Bakan; “Ersanlı’nın tarihine doğru bir seyahat”  önerdi; 1970’li yıllardaki siyasi faaliyetlerini ve 12 Mart Sıkıyönetimi tarafından tutuklanıp yargılanmasını da bugün tutuklanmasına dayanak olarak gösterdi.
Tabii Ersanlı’nın avukatları feryat ediyor: “Bize bile Ersanlı’nın tutuklanma nedenine dair bir şey verilmezken bakan nereden biliyor bunları!”
Ama bakan da hükümeti de artık böyle soruları ve tepkileri önemsemiyor.
Demek ki; “adil yargılama”, “özgürlükler”, “soruşturmaların gizliliği” gibi bütün söylemler sadece faniler için geçerlidir! Bakanlar, başbakanlar, onları destekleyen medya, savcıları, kendilerini böylesi yasa ve kurallarla bağlı saymazlar.
Aslında çok daha fazla “Demek ki neymiş?” denecek vaka ile karşı karşıyayız. Sistemin çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu arttıkça da daha çoğu ile karşı karşıya geleceğiz.
Ve elbette daha çok da itirafla!
Ve ne yazık ki; gerçekleri böyle ağır bedeller ödeyerek öğreneceğiz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa