Gerçek hayat
Çek asıllı bir gazeteci, yazar ve komünist önder olan Julius Fuçik, “Darağacından Notlar” isimli son kitabını cezaevinde yazmıştı. Ülkesinin Nazi ordusu tarafından işgaline direnen ve bu yüzden işkence görüp hapse atılan Fuçik’in bu kitabı, hapiste tuttuğu ve yurtsever bir gardiyan aracılığı ile gizlice dışarıya çıkartabildiği, kurşun kalemle buruşuk kağıtlara yazılmış günlüklerden oluşuyor. Fuçik 1943 yılında Berlin’deki bir Gestapo hapishanesinde idam edildi ama, bir toplama kampında tutuklu bulunan eşinin bu idamdan haberi yoktu. Faşist Nazi işgalinin sosyalistler tarafından kırılmasının ardından serbest kalan eşi, Fuçik’in idam edildiğini uzun bir arayıştan sonra öğrendi ve o günlükleri kitaplaştırdı. Julius Fuçik’in kitabı ve yaşamı şu unutulmaz sözlerle biter; “Gerçek hayatta seyirci yoktur, herkes katılır bu yaşama...”
Gerçek hayat bütün acımasızlığı ve keskinliğiyle işte karşımızda duruyor. O hayatın içinde bir şekilde yer alıp daha sonra kopanların yanında, seyirci kalanlar da katılıyor yaşama. Geçtiğimiz günlerde, basın emekçilerinin tutuklanmasına değişik kesimlerin verdiği tepkiler, bu katılımın izlerini taşıyor.
Faşizmin, bireyler arasındaki ilişkilere olan etkisi çelişkilerle doludur. Faşizm, bireyleri hem bir araya getirir, hem de uzaklaştırır. Bazen hiç ummadığınız kişileri yanı başınızda bulursunuz, bazen de sizi görünce yan çizenlerin yarattığı burukluğu sessizce yaşarsınız. Düzen, aslında bireyleri birbirinden soyutlamaya ve ayırmaya çalışıyor, bunun farkındayız.
Tutuklu basın emekçilerinin gerici medyaya servis edilen sorgu tutanaklarını okursanız, bu amacı bütün çıplaklığı ile göreceksiniz. İnsanların birbirine selam yollamasını, hal hatır sormasını, yazışıp haberleşmesini sorgu tutanağına aktaran zihniyet, bireyleri birbirinden uzaklaştırıp soyutlamayı amaçlıyor. Yazmayın, konuşmayın, tanımayın ve tanışmayın diyorlar.. Bize verilen esas mesaj budur, o sorgu tutanaklarının basına verilmesinin amacı da budur. Biz o mesajı almıyoruz, köşelerimizi karartmıyoruz ve boş bırakmıyoruz. Biz yazacağız, konuşacağız, okuyup üreteceğiz. Bu sayfalar, bu köşeler emekle ve özveriyle üretildi, boş bırakmaya hakkımız bulunmuyor.
Yanal etkilere açık, suskun ve kırılgan bir toplum yaratma çabalarına karşı tepki yöntemimiz yalnızca hukukun üstünlüğü gibi kavramlar üzerine kurulursa, işte o zaman kolaycılığı seçmiş oluruz. Yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi bizden uzak ve izafi kavramların, hayatın seyir terasından daha kolay dillendirildiğini gözlüyorum. O terasın altında, aşağıda ise yeni katılımcılar var, diri ve direngen emekçiler ile gençler var; onları daha net görüyorum.
Julius Fuçik’in “Darağacından Notlar” adlı kitabı, ülkemizde 70’li yıllarda ilk kez yayımlanmıştı ve geçen yıl yeniden basıldı; okumanızı hararetle öneririm. Gerçek hayatın anlık seyircileri ile yaşadığı çelişkileri de bütün netliğiyle bize aktaran Fuçik, o kitabında sessiz kalınacak tek yeri, kanlı ve karanlık işkence odaları olarak tarif ediyor; çünkü kendisi de orada sessiz kalıyor, Julius Fuçik çözülmüyor.
Evrensel'i Takip Et