30 Kasım 2011 09:31

Dersim 1938 ve bugün!

Dersim 1938 ve bugün!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2011 Kasım’ında, devletin, burjuva siyasetinin değil sadece, Türkiye’nin tüm milliyetlerinden halkının siyasal gündemine yeniden girmiş bir büyük katliamı, “gündem dışı” görecek, gösterecek kadar kör olanların bir değil birçok hesabı olmalı, var! Üzerine yazılmış iki yüze yakın kitap, akademisyen kimliği olan birçok kişinin ortaya getirdiği belgeler, son elli yıldır Zaza-Kürt gençleri ve aydınlarıyla demokrat Türk aydınlarının bilgisi dahilinde olan Genelkurmay damgalı nüfus tespiti ve katli belgeleri, “kılıç artığı” sürgün çocuklarının anı kitapları, belgeseller, her birinde katliamın dehşetini ve acının bin türünü dile getiren onlarca Dersim ağıtı on yıllardır ortadayken, 2011 Kasımında ‘Dersim katliamını, Necip Fazıl’ın yazısını göstererek dillendiren Tayyip Erdoğan’ın birçok hesabı var, biliniyor!

Sözde “ana muhalefet” olanı, -ki başında Dersim kökenli biri duruyor-, “Atatürk’ü ve Cumhuriyeti sorgulatmama”; ırkçı-şoven ve faşist ideolojiden güç almış katliamları “bal eylemek”ten söz edip “o günlerin unutulması”nı istiyor. Katliamın hiç unutulmadığını, Dersim’in, Dersimlilerin, Kürt ve Zaza kimlikli insanların hep ve her zaman yaşamında var olmaya devam ederek bugünlere uzandığını, parçalardan “bütün”e yayıldığını,  Dersim’in “çıban başı” sayılmasının devam edegelen devlet ve yönetim anlayışı olduğunu bilmiyormuş gibi yapıyor. Partisinin sözcüleri, “ Atatürk’ü yıpratılmak isteniyor”(!) diye, feveran ediyorlar. İnönü’nün torunu bayan Bilgehan, Dersim “vahşileri”nin katliamdan-kırımdan geçirilerek medenileştirildiğini; küçük çocuklarının, öksüz kızlarının “şefkatli ellerde” okuyup ileri görüşlü insanlar haline geldiğini söyleyerek, Dersim’e bir kez daha sefer düzenleyerek, kontrgerillacı Çiller’i anımsatıyor. Bombalattığı Dersim köylerini, “PKK’nın helikopterleri bombalamış” diyecek kadar şirazeden çıkmıştı ya, işte öyle.

DÜNÜN DEVLET PARTİSİ

Mustafa Kemal, İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir ve diğer erkanı harp mensupları “Devlet kuran parti”nin başındaydılar. Takrir-i Sükun Kanunu’nu onlar çıkarıp, İstiklal Mahkemelerini birlikte kurdurdular. “Eşkıyayı bitirme”-“Çıbanı deşme” planlarını birlikte hazırlayıp birlikte uyguladılar. “Şark Islahat Planı” onların imzasını taşıyor. Bir bölümü Osmanlı subayları olarak büyük Ermeni kırımında sorumluluk taşıyorlardı. 1934-35 “Tunceli Kanunu”nu çıkaranlar, Dersim’in “tarihte hep isyancı bir damarı temsil ettiği” hükmüne varıp, baş eğmeyene “baş eğdirmek” için taş taş üstünde bırakmamaya karar verenler, bunun “kaçınılmazlığını” kanıtlamak üzere, birbiri ardına askeri ve sivil raporlar hazırlayıp askeri harekat önerenler onlar ve bürokratlarıydılar. Kırıma karar verdiler: zehirli gazlarla, bombalayarak, toplu halde, çocuk-kadın-yaşlı demeden makineli tarakalarına tabi tutarak, vadilerde ve derelerde ceset yığınlarına basa basa ilerleyerek on binleri kıranlar onların emirleriyle hareket ediyorlardı. Yol gösterici-hareket ettirici düşünceleri “Türk ulusçuluğu”ydu. O zehirli ve imha buyruklu ırkçı görüş, “tek millet, tek dil!” yaftasıyla bugüne de damgasını vuran devlet tekelci ideolojisidir.

Burjuva “sol”- sağ partiler ayrımında, bu partilerin ana damarını oluşturan “devlet kuran parti”nin ilk dereceden yöneticileri olan Mustafa Kemal’i, İnönü’yü, Celal Bayar’ı, Kazım Karabekir’i, ve Katliamın Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ı; bu ‘kolektif karar verici’leri, Dersim katliamı ve izlenen Kürt politikasından sorumlu görmemek, sadece ikiyüzlülük olmaz, yalan söylemek sınırlarını aşar, katliam savunuculuğunu bugüne taşımak olur. Ve zaten dünsüz bugün yoktur! Politikada “miras”tan söz edenler, eğer mal-mülk tapusu kavgasından başka bir şeyin; dünya görüşü, siyasal geçmiş vb.nin adını anıyorlarsa, bugününü dünsüz düşünemez- kurgulayamazlar. İmzalı, mühürlü karar metinleri gazetelerin sayfalarına dahi yansımışken, genelkurmay belgeleri, tüm kararların “Atatürk” başkanlığındaki heyet tarafından alındığını gösteriyorken, Dersim işini bitirme kararlılığında M. Kemal tüm diğerlerine “fark attığı”nı verdiği emirlerle kanıtlamışken, sözüm ona “Atatürkçülük” adına, gerçeklerin üzerine örtü çekmeye çabalamak boşuna! Celal Bayarlar, Fevzi Çakmaklar, Kazım Karabekirler, “solcu” değil, sağcı görüşlü olanların ata babalarıdırlar. Miraslarını Menderesler, Demireller, Özallar ve Tayyip Erdoğan ekibi devralmış ve sürdürmektedirler.

BUGÜNÜN DEVLET PARTİSİ

“Tarihsel acıları kaşımayalım” diyenler, katliamların üstünü örte çabasında olanlardır. Tarih dediğinizi, tüm kirli-karanlık ve kanlı yönlerini de içeren tarzda irdeleyip o kirli kanlı tertipleri ve kan dökücülüğü reddetmeden, bugünün kanlı-kirli politikalarını yerli yerine oturtmak mümkün görünmüyor.  Dersim işte tüm “benliği”yle canlı! Kürt politikası Kürt’e diz çöktürerek teslim alma içerikli olarak devam ediyor. “Devlet adına Dersim katliamından dolayı özür diliyorum” diyenler, bugünün ‘devlet partisi’ konumunda, bu politikayı hâlâ sürdürüyorlar. Baskı, sansür, inkar, sindirme ve asimilasyon eşliğinde Kürt gençlerini üçer-beşer-onar yirmişer katledip, susmayanları zindanlara doldurup “tek millet, tek dil” dayatmasıyla şoven Türk ırkçılığını bayrak edinenlerin “özrü” elbette hilelidir; burjuva çıkar hesapları kapsamında, iki yüzlü ve istismara dayalıdır.

Ancak, Cumhuriyet tarihinin bu en büyük Zaza-Kürt kırımının devlet yöneticileri tarafından da açıkça kabullenilmesi, ve bu konudaki tartışmalar, açıklamalar ve belge sunumları, buna rağmen yine de önemlidir. Gündem dışı hiç değildir ve Cumhuriyet tarihinin en önemli toplumsal sorunlarından birinin güncel-aktüel durumu ve süreciyle dolaysız ilişkilidir.

TEK ULUSÇU DAYATMA DEVAM EDİYOR

Artık tek tipçi, tek ulusçu, tek dilci dayatmaların katliamlar ürettiği, Dersim’in “ıslahı”, “tedip-tenkil”inin; 40 bin kişinin katledilip binlercesinin tanınmaz ele, bilinmez dile, süngü ve dipçiğe, kurşun ve açlığa teslim edildiği daha geniş kesimler tarafından da bilinir durumdadır. İkiyüzlülük teşhiriyle yetinilemez. Gerçeklerin daha yaygın ve tüm belgeleriyle açıklanması için gösterilecek çaba, Kürt sorununun çözümü için toplumsal baskının örgütlenmesinin de gerekleri arasındadır. Dersim, Türkiye’yi yönetenlerin, Türk devlet politikasının kirli çıkınlarının patladığı “çıban başı” olmuştur! Aliboğaz’da, Kasaplar Deresi’nde, Kazan Vadisi’nde, Cudi eteklerinde, Cizre ve Şırnak’taki güncel katliamların geçmişe bağlanan en acılı ve güçlü tarih bağıdır Dersim. 1834’ten başlayarak 1938-39’a kadar, aralıklarla süren “sel harekatları” ile en büyük katliama uğramış Dersim, Koçgiri’den Şeyh Sait, Ağrı-Sason’a kadar; ve oradan bugünlere gelen sürecin tüm acılarını yaşamaya hâlâ devam ediyorken, “devlet özrü”nden fazlasına gerek olduğu açık ve kesindir.  Özür dileniyorsa yapılanlardan, bu önce yasal-hukuksal hale getirilmeli, resmileştirilmeli, devlet politikası olarak ilan edilmeli ve ardından da, baskı ve katliamlara gebe, tek ulusçu-tek dilci şovenist politika terk edilmelidir. Kürtlerin kaderlerini tayin hakkı tanınmalı, ana dil eğitimi önündeki engeller kaldırılmalıdır. Askeri politikalara derhal son verilmeli, yasaklar son bulmalı, siyasal genel af çıkarılmalı, “Millet iradesini ben temsil ediyorum” tiranlığından vazgeçilerek yasal-anayasal hak eşitliği yalan olmaktan çıkarılmalı, seçim ve siyasi partiler yasası türünden tüm ayrımcı barikat yasaları iptal edilmelidir. Halka karşı suç işleyenlerin, en başta da Dersim katliamının sorumlularının boynundaki suçlu yaftası gizlenmemeli, bu tür cinayet ve katliamların insanlık suçu oluşturduğu yasal kabul altına alınmalıdır. Aksi durumda ne bugünlerin Abdullah Alpdoğan’ı Teoman Koman’lar, ne Önder Sav ile Ünal Erkan ve Şerafettin Harputlar tükenir ne de Kürt ve Zaza gençlerinin kesik başları üzerinde zafer terennüm eden “zavallı” cahil genç askerlerin kurşunlara gitmeleri. Tarihten ders ancak böyle çıkarılabilir. Özür ancak bu yolla yerinde bir anlam kazanır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa