Aşil tendonu ve yaşam
Mitolojide ölümsüzlük nehri Styx’dir. Doğmamış bir bebek için ise o anne karnındaki amnios sıvısından başka bir şey değildir. Ana rahmindeki o yaşam suyu daha doğmadan bebeği besler, korur ve kollar.
Bugünlerde Dersim hayat bilgisi öğretiyor. İkibinyediyüz yıl önce bu topraklarda yaşama ve ölüme vesile olan aşil tendonunun öyküsü bugün Dersim kıyımında yine karşımıza çıkıyor: Annesi katledildiğinde henüz doğmamış olan Kürt kızı ölümcül bıçaklardan nasibini aşil tendonundan almış ve bir mucize sonucu annesinin ölü bedeninden koparılıp alındığında yaşama tutunabilmiştir.
Aşil tendonu, topuk kemiğini bacağın baldır kasına bağlayan bağ dokusuna denir. Daha ziyade futbolcularda alınan darbe ile “sahalardan uzun süre uzak kalacak” haberlerine vesile olur. Üçüncü sayfa haberlerinde ise mafya tipi hesaplaşmalarda “topuğundan vuruldu” cümlesi ile yaşam boyu iz bırakmayı tanımlar. Ama Aşil’in öylüsü çok daha derinlere gider.
Akhilleius ya da Türkçe bilinirliliği ile Aşil, Truva Savaşı’nda Grek kahramanların başında gelmektedir. Homeros’un yazımı milattan önceye dayanan baş yapıtı İlyada’da ana kahramanlardandır. Ama onu bugünün gündelik diline taşıyan doğumunun ve ölümünün hikayesini barındıran kendi aşil tendonudur. O doğmadan önce dünya halkları “topuk kemiğini bacağın baldır kasına bağlayan bağ dokusuna” ne derlerdi bilinmez ama o doğduktan sonra Aşil’in adı ile anılmaya başlanmakla kalmamış; aynı zamanda binyıllardır ek anlamlar yüklenmiştir. Tıpta da anatomik tanım onun adına tescillidir.
Mitolojide ölümlü bir baba ile tanrıça bir annenin çocuğu olarak anılır. Oğlunu ölümsüz kılmak isteyen anne onu ölümsüzlük nehri Styx’te yıkar. Ama oğlunu topuğundan tutup suya daldırdığı için suyla temas etmeyen topuk bölgesi onun ölümlü yanıdır. Ancak topuğundan yaralanırsa ölebilecekken ölümü tam da topuğundan olur. Anadolulu savaşçı Paris onu şimdinin Çanakkale’si Truva’da topuğundan zehirli okla vurarak öldürür. Ayak topuğuna yakın tendona aşil denmesi bundandır.
Binlerce yıl öncesinden bugüne aşil tendonunun savaş ve kıyım içindeki tarihi kanımca Akhilleus’un doğumu, ölümü ve nihayetinde Dersim soykırımında anne karnında aşil tendonundan vurulan Kürt kızı ile anılacak bundan böyle.
İlaç ve iffet: İdrar
Bugünlerde bir kitap tartışıla duruyor. “Bokun Tarihi”. Teorik Dışkı’nın Pratik Sorunları başlığı ile ele alınmış Radikal’de; yazarı ise Dominique Laporte. Adı rahatsız edici gelirdi eğer şairimiz Can Yücel olmasaydı. Bir yazısında “g...t” değil de açık açık “göt” dediği için yargılandığı yazılıdır Ekşi Sözlük’te. Hakim sorar; Can Yücel yanıtlar: “Bizim köyde göte göt denir hakim bey”
Dışkı edebi bir hal almışken bana bugün idrar yani sidiğin tarihinden alıntıları yazmak düşüyor. Eski yazılarımdan birisinde şeker hastalarının idrarında şeker olmasından hareketle hastalığın izleminde idrarın tadına bakmanın bugün evlerde kullanılan şeker ölçme cihazlarına denk düştüğünü paylaşmıştım. Devrin Britanyası’nda görev evin hizmetçisine bırakılmış; lordun hergün idrarını tadarak tanımlamakla görevlendirilmiştir.
Ama sidiğin tarihi bununla sınırlı değildir. Misal ABD başkanları ülkemize geldiğinde onların sidiği ve tüm atıkları son derece değerlidir. Haberlerin aslı astarı varsa tuvaletlerini ülkelerinden getirip hacetlerini de beraberlerinde götürüler. Ola ki idrarlarından varsa hastalıkları anlaşılır; değil mi?
Sidik deyip de hemen burnunuzu çevirmeyin. Eğer denizi olmayan diyarların insanı iseniz büyüklerinize sorun bakalım ne diyecekler? Sabırsız olanlar ile ben paylaşayım: Altmışlı yıllara kadar göz hastalığı olanların gözüne Anadolu’da da sidik damlatılırdı. Ama herkesin sidiği olmazdı, ilaç olabilmesi için mutlak o zatın deniz görmüş olması gerekirdi.
Sidiğin göz hastalıklarında kullanım tarihini yakın tarihe sığdırmak olmaz. Eski Mısır’da göz hastalıklarından kurtulmanın yolu “iffetli kadın” idrarından geçiyordu. İffetli kadın ise kocasından başkası ile birlikte olmamış kadın olarak tanımlanıyordu. Heredot Tarihi’nde eski Mısır krallarından birisinin son on yıldır görmeyen gözleri için ilaç niyetine iffetli kadın sidiği arayışı önce kendi eşi ile başlar; onlarca kadından sonra ancak gözleri görebilir. Belki de töre cinayetlerinin tarihteki en vahşi biçimi sidiğin göz damlasına evrilmesine uzanır. Gözleri açıldıktan sonra kral sidiği derman olmayan tüm kadınları “iffetsiz” sayar; tümünü katlettirir.
Denebilir ki şifanın tarihinde zehiri ile tıp amblemine dönüşen yılandan sonra anıtı dikilen diğer ilaç eski Mısır’da sidiğin ve iffetin tarihine dairdir. Sahibi ise kadın töre cinayetlerinin de bilinirlerinden eski Mısır Kralıdır. Adını mı merak ettiniz? Katillere bugün yazımda daha fazla yer yok,
Sağlıcakla kalın!
Evrensel'i Takip Et