AB bir kez daha yol ayrımında
Fotoğraf: Envato
Avrupa, hafta başından beri yarın akşam Brüksel’de başlayacak AB Zirvesi’ne kilitlenmiş durumda. Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde “Avro krizi”ni çözme adına başlatılan süreç, AB sözleşmelerinde yapılmak istenen düzenlemeler, bu iki ülkenin artık AB ve avro üzerinde neredeyse tek söz söyleyen olduğu gösteriyor.
Bu nedenle AB, “Avro krizi”nin etkisiyle beklenenden de daha hızlı bir şekilde Alman-Fransız ittifakının egemenliği altına girmiş, diğer ülkeler de kriz ve aşırı borç nedeniyle beklenenden daha erken bir sürede, elleri havaya kaldırarak teslim olmuşlardır.
Bu durumun büyük tehlikeler ve çatışmaları bağrında taşıdığını bilen Almanya’nın eski başbakanlardan Helmut Schmidt, hafta sonunda SPD genel kongresinde yapığı konuşmada, tabir caiz ise Alman sermayesini ve hükümetini “yavaş olması” konusunda uyardı. Schmidt, özetle Almanya’nın Almanya olarak hareket etmesi yerine, AB ve Avro’nun her şeyin üstünde tutulmasını, buradan ilerlenmesini, aksi taktirde ülkeyi büyük bir “izolasyon tehlikesi”nin beklediğini söylüyor.
Yani; Alman sermayesinin çıkarlarının dünya genelinde AB ve Avro üzerinden korunmasını istiyor.
Almanya’nın bu politikası elbette bilinmiyor değil, ancak gelişmeler gelinen aşamada epey mesafe kat edildiği ve sürecin hızla yol ayrımına doğru ilerlediğini gösteriyor.
1974-82 yılları arasında başbakanlık koltuğunda oturan ve bugünde Alman sermayesinin “entelektüel birikimi” açısından dikkate değer görülen Schmidt’in uyarıları yabana atılacak gibi değil.
Gerçekten de; son bir kaç yıldır her AB Zirvesi öncesinde Alman ve Fransız liderler bir araya geliyor, ortak kararlar alıyor ve bunları zirvenin gündemi haline getirmesi için Konsey Başkanı Herman van Rompay’a iletiyorlar.
Karmaşık AB hiyerarşisi içinde Merkel-Sarkozy buluşmalarının en tepede olduğu artık rahatlıkla söylenebilir.
Bugün Brüksel’de başlayacak zirve öncesinde de aynı tablo sergilendi. Merkel ve Sarkozy Pazartesi günü Paris’te bir araya gelerek, Avro krizinin aşılması adına Lizbon Sözleşmesi’nin ve AB anlaşmalarının değişmesi konusunda görüş birliğine vardılar. Bu değişiklik önerileri büyük bir olasılıkla da kabul edilecek.
Önerilerin başında, bütçe disiplinini sağlayamayan ülkelere otomatik yaptırımların uygulanması, borç freni mekanizmasının ulusal anayasalarına entegre edilmesi, ulusal parlamentoların egemenlik haklarının sınırlandırılması, ülkelerin bütçelerinin AB’nin denetimine sunmak, Brüksel’den gelen itirazlara göre bütçeleri değiştirmek ve bütün bu düzenlemelerin Avrupa Adalet Divanı tarafından kontrol edilmesi geliyor.
Yani; kurallara uymayan ülkeler yargılanacak ve çeşitli cezalara çarptırılacak. Cezaların arasında oy hakkının elinden alınması, AB’nin kurumlarında temsil hakkının kaldırılması ve tabi ki maddi yardımların kesilmesi yer alıyor.
Telaffuz edilen bu yeni yaptırımlar, AB’nin gerçek karakterini bir kez daha yeterince ortaya çıkarıyor. Parayı ve gücü elinde bulunduran ülkeler, küçük ve yoksul ülkeleri tam anlamıyla sömürge haline getirerek soyup soğana çevirmek, halkını sefil hale getirmeyi amaçlıyor.
AB Zirvesi’nde alınması planlanan kararlar bu bakımdan gerçekten AB açısından bir yol ayrımı anlamına geliyor. Tek tek üye ülkelerin artık lafta da olsa kendi bütçelerini belirleme, kendi ekonomi politikalarını oluşturma haklarının olamadığı bir döneme giriliyor. Buna el kaldıracak hükümetlerin yaptığı, itirazsız bir şekilde Alman-Fransız ittifakına teslim olmaktan başka bir şey değildir.
Amerikan rayting ajansı Sandard & Poor’s’un Almanya ve Fransa’nın da aralarında olduğu 15 AB ülkesinin ve Avrupa Mali İstikrar Fonu’nun (EFSF) kredi notunu olumsuza çekmesi ve bir-iki puan düşürme tehdidinde bulunması da Alman-Fransız ittifakının bu baskı planını tuzu biberi oldu.
S&P’nin kararı zirve öncesine denk getirmesi açıktır ki; AB anlaşmalarında yapılmak istenen değişiklerin önünü açmada kolaylık sağlayacaktır.
Özetle belirtmek gerekirse, Avrupa’nın egemen güçleri kriz ortamında daha güçlü çıkmak için gerekli planlar yapmış, faturanın yoksul ülkelere ve emekçi sınıflara kesilmesi için kimi adımlar atmışlardır.
Emekçi sınıflar cephesinde ise bunlara karşı mücadele kesintili ve parçalı olsa da sürüyor. Yunanistan, İngiltere, Portekiz, Belçika, Macaristan ve Bulgaristan’da geçen hafta yapılan ve milyonlarca emekçilerin katıldığı grev ve yürüyüşler, emekçi hareketinin de bir yol ayrımında olduğunu gösteriyor.
Bu yol ayrımında sendikalar ve çeşitli sol parti ve örgütlerin AB konusundaki politikalarını sorgulayarak mücadeleye koyulmaları bulunuyor. Sermayenin AB’yi yeniden dizayn planlarına, bunlardan en çok etkilenecek emekçilerin sessiz kalması mümkün değildir.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12