7 Aralık 2011

Artan gerginlik ve ‘savaş’ söylemi

“Türkiye’nin bölgedeki önemi ve rolü” üzerine ‘uluslararası’ alana genişletilmiş propaganda yeni değil. Bu propagandanın, Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte ve ABD ile İsrail’in İran’ı hedef alan politikalarına bağlanarak özellikle son yıllarda yoğunlaştırıldığı da biliniyor. Ancak, politikayla alakalı ve “aklı başında” her insan, bu propagandanın içinde bulunduğumuz dönemde yeni unsurlarla beslenerek daha sistematik hale getirildiğine de itiraz etmeyecektir. Türkiye gericiliğinin emperyal-yeni Osmanlıcı emellerini gıdıklamayı ihmal etmeyen, ve fakat onları Amerikan ve Batılı büyük emperyalistlerin stratejik çıkarlarına bekçi tutmayı esas alan bu propaganda, bir süreden bu yana “şirazeden çıkmış” durumda.
Böyle olmasını tetikleyen etken ve nedenlere çeşitli yeni gelişmelerin yarattığı ‘durum değişiklikleri’ eklendi: NATO’nun İzmir’deki üssü, bölge ülkelerine yönelik ABD ve onun ‘patronaj’ındaki NATO “operasyonel merkezi” haline getirildi. Türkiye’yi yönetenler, Libya pazarı ve petrol kaynaklarını paylaşma amaçlı uluslararası gerici saldırı ve katliamların suç ortağı olmakta gecikmediler. Malatya Kürecik’e, İran, Suriye ve Rusya’ya yönelik Amerikan askeri stratejisi kapsamında füze kalkanı “konuşlandırıldı”.  AKP hükümetinin ‘kumandası’ndaki gericilik, ABD’nin Suriye’ye karşı politikalarının taşeronluğunu üstlenip, Türkiye sınırları içinde, Suriye yönetimini devirmeye yönelik faaliyet merkezi oluşturdu. Halk başkaldırılarının Kuzey Afrika ülkelerinde yarattığı durum değişikliğini emperyalizm ve iş birlikçileri yararına çevirmek üzere, Türkiye’de izlediği ikiyüzlülük ve entrikalar taktiğinin benimsenmesini salık vermek üzere bu ülkelere müdahalede bulundu.
Bu ve benzeri diğer gelişmeler, Türkiye’nin “bölgesindeki rolü” üzerine, esas olarak ABD kaynaklı propagandanın son dönemde giderek yoğunluk kazanmasında rol oynadılar. Bu propagandaya ABD yöneticilerinin “Türk muadilleri”yle diplomasi trafiğindeki yoğunlaşma eşlik etti.  Amerikan emperyalizminin ödüllü güvenilir adamları, onların mesaj taşıyıcıları olmakla yetinmeyeceklerini ortaya koydular ve Pensilvanya’daki Hocaefendi’nin de fetva vermesiyle “eski Osmanlı toprakları”nda yeniden “sancak gösterme” heveslerini gizlemeksizin bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri gerginleştiren politikalardaki ısrarlarını sürdürdüler.
ABD yöneticilerinin Türkiye’ye uçuşları bu zemin üzerinde yoğunluk kazandı. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Başkan Yardımcısı Joe Biden,  Eski Büyükelçi Wolfowitz, “Türkiye’nin önemi ve rolü” nü, İran, Suriye, Irak ve Kuzey Afrika ülkelerindeki gelişmelerin ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin Amerikan çıkarları için anlamı çerçevesinde daha net şekilde dile getirdiler. Clinton, Biden’in Türkiye “ziyareti”nden önce, “Suriye işini Türklere ve Arap Birliği’ne bıraktık”larını açıkladı. Bağdat ve Erbil’den sonra ve Ankara’ya gelen Biden ise, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve çeşitli diğer kurumların yöneticileriyle yaptığı görüşmelerde, İran, Suriye ve Irak’ı ve bu ülkelerdeki gelişmeleri ele aldıklarını açıkladı. “Onunla (Erdoğan) samimi bir şekilde konuştum. Beni ilgiyle dinledi ve karşı bir şey söylemedi” diyordu, Biden. Sermaye basınının tanımıyla “ABD’nin ikinci adamı”, Türk yetkililerle iç politikayı, yeni anayasanın içeriğini, bölge ülkeleriyle ilişkilerin kapsamını ele almış; Türk-İsrail ilişkilerindeki pürüzlerin ortadan kaldırılmasının ABD çıkarları açısından önemi üzerinde, özellikle durmuştu.
Bu gelişmelere, bölgeyi büyük bir ateş çemberine alacak savaş ve saldırılar üzerine açıklamalar eşlik etti. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres bir hafta önce yaptığı açıklamada, İran’ın nükleer tesislerini vurmaları ihtimalinin günden güne arttığını söyleyerek, “niyet”lerini ortaya koydu. İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague, “İran’ın nükleer enerji planının barışçı amaçlar taşımadığı” açıklaması yaptı. İngiliz Daily Mail gazetesi, İngiliz hükümetini kaynak göstererek, İsrail’in ‘pek yakında’, ABD’nin onayı ile “İran’ın nükleer tesislerine saldıracağını” yazdı.
Bu açıklamalarla bu doğrultudaki bazı pratik adımlara yanıt gecikmeksizin geldi. İran yöneticileri, İsrail ve ABD tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını ve böylesi bir saldırı durumunda “İsrail ve Amerikan hedeflerine karşı örneği görülmemiş bir yanıt verileceğini” açıkladılar. İran’ın ‘dini lideri’ Ayetullah Ali Hamaney de, ülkesinin herhangi bir askeri tehdide “bütün gücüyle” yanıt vereceğini belirterek, mesajının “özellikle Amerika’ya ve yardakçılarına, bir de Siyonist rejime (İsrail)” yönelik olduğunu söyledi. Basın-yayın organlarında, İran silahlı kuvvetlerinin saldırılara karşı hazırlık içinde olduğu ve askeri tatbikatların artırıldığını bildiriyorlardı. Amerikan füze kalkanının Malatya Kürecik’e “konuşlandırılması” ve Türkiye topraklarının Suriye, İran ve hatta Rusya’ya karşı üs haline getirilmesi üzerine, Suriye ve İran yöneticileriyle Rus Devlet Başkanı Medvedev, nükleer başlıklı füzelerin yönünü Türkiye’ye çevireceklerini söyleyerek, yanıt verdiler.  
Tüm bunlardan, ABD’nin sırtını sıvazladığı Türkiye gericiliği ve AKP hükümetinin Ortadoğu-Kuzey Afrika’da emperyalizmin kılıcı olmaya soyunmalarıyla ülkeyi ve tüm milliyetlerden halkını, bölgenin tüm öteki halklarıyla birlikte giderek artan şekilde büyük bir yıkıma doğru sürüklemekte oldukları sonucu çıkıyor. Bu tehdit edici yıkım politikalarına karşı en önemli barikatı ise, ancak emekçilerin birleşik mücadelesi ve bölge ülkeleri halklarının dayanışması oluşturabilir. 

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et