‘Vatansız Gazeteci’ ve ‘Tanıklıklar’
Yaşamımın büyük bir bölümü Cağaloğlu’nda geçti, onun bir bölümü de Başmusahip Sokak’ta, Tan Apartmanı’nda.
Tan’dayken birçok dostum, arkadaşım oldu, hem han sakinlerinden, hem de dışarıdan gelenlerden.
Handa matbaalardan yayınevlerine kadar birçok işyeri yer almaktaydı. Bunlardan biri de Ant Dergisi ve Yayınlarıydı. İnci ve Doğan Özgüden, zamanla bazıları değişen arkadaşlarıyla birlikte dergicilikle yayıncılığı birlikte yürütüyorlardı. Kadrolarında yakın arkadaşlarım, dostlarım, hatta bir akrabam bile vardı. Ama aralarında Osman’ın ayrı bir yeri vardı.
O günler çok karışıktı. Hele 12 Mart despotları ülkenin yönetimine el koyduktan sonrası… Yayınevlerinin kişilikleri açısından sürekli polislerin, askerlerin gözetimi altındaydı Tan Apartmanı. Öylesine ki, her yeri kontrol etmenin dışında, bodrumda bulunan binanın ana çöp tenekesini bile araştırırlardı, sanırım bir açık yakalamak için… Bir gün iş üstünde yakaladım polisleri. Bodrumdaki tuvaletin hemen yanındaki çöp tenekesini boşaltmışlar, didik didik arıyorlardı. Polislerden biri, “Ant’çıların attıkları çöplerden, kağıtlardan çok şey çıkıyor, ama Habora’dan birşey yok,” dedi. Güldüm, “Ben Doğan Ağabey gibi çöpe atmıyorum, büroda yakıyorum,” dedim. Sonra ekledim: “Hatta yaktıklarımı da eziyor, toz haline getiriyorum. Çünkü yıllarca önce sizin Kumkapı’daki Kriminalistik bölümünüzde yaptığım bir röportaj sayesinde öğrenmiştim, yanan kağıtlardaki yazıları bile okuyan aygıtlarınız vardı…” Neyse…
12 Martçılar baskılarını iyice arttırmışlardı. Özellikle Ant üzerinde. Çünkü çok korkuyorlardı, onlardan.
Bir süre sonra İnci ve Doğan Özgüden Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldılar. Taaa Gece Postası günlerinden tanıdığım Doğan Özgüden artık Türkiye dışındaydı. Üstüne üstlük bir de “Vatansız” yapmıştı T.C. kendisini…
İşte “Vatansız Gazeteci” (Belge Yayınları, İstanbul, 2010) başlıklı kitabı sürgün öncesi yıllarını anlatıyor. Özenle okudum kitabı. Sevgili Orhan Suda Ağabeyim söylediklerinde haklıydı: “Okumaya başlamaya görün, sayfaları devirdikçe insanca yaşamanın, bencil hesapların buzlu sularında debelenmeye sırt çevirmenin, ülkesini sevmenin, doğru bildiğini savunmanın, bu uğurda bütün belalara göğüs germenin mücadelesini veren bu iki insanı: Doğan Özgüden’le İnci (Tuğsavul) Özgüden’i dostça kucaklamak isteyeceksiniz.” (Cumhuriyet Kitap eki, 17.11.2011)
Özenle okuduğum ikinci kitap, Sadık Aytekin’in “Tanıklıklar” (Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2011) başlıklı şiir kitabı.
Sadık Aytekin’in kendine özgü anlatımının biraz dışına çıktığı “Tanıklıklar”daki tüm şiirler, bir değil, birkaç kez okunacak şiirler. Biraz yanlış olsa da her şeye muhalif olduğumu söylerler, benim. Bu kitabı, bu şiirleri okurken de, şöyle ucundan-kıyısından takılacak bir yerler aradım, ama bulamadım. Siz de okuyun, göreceksiniz.
En sevdiğim şiirlerinden birini, “Gör!” başlıklı olanını aşağıya alıyorum:
“bir yavru ceylanın gözyaşlarını
bir de dağların dikbaşlılığını gör
alev ile sabrın buluşmasıdır
görebildin mi bilmem
bir ciğerden yaralı anneyi
bir de vurulup düşen annesini gör
zindan kapılarında
anne-oğul görüşmesidir
bir suya hasretleri gör,
bir de güneşten kavrukları
toprak ile ciğerlerin buluşmasıdır
çatlak çatlak, parça parça,
kana su gerek, gözyaşına su,
kesilmiş fakat tüm pınarlarımız
ekinlerimiz kurudu,
güneş gözlü öküzlerimiz, en
sevimli kuzularımız öldü
toprağı eşeliyoruz,
tırnaklarla, parmaklarla
yara bere içinde, çatladı
çatlayacak ciğerlerimiz,
su arıyoruz, kardeşim, su!”
MİNİ MASAL
Öğretmen, öğrencilerine ödev verdi: “Hayatınızda tanıdığınız en büyük kahramanı anlatın.”
Çocuklardan biri hemen önündeki kağıda yumuldu ve yazmaya başladı: “En büyük kahraman, en cesur insan benim dedemdir… Dedem öylesine cesurdur ki, Allah’tan başka kimseden korkmaz… Çok korkar Allah’tan… Onun gazabından korunmak için 1500 kişilik polis ordusu, 2 bin kişilik asker ordusu çalıştırır yanında… Ayrıca karada kendisini koruyan 5 tank da vardır… Eğer deniz yoluyla bir yere gidiyorsa, içinde bulunduğu geminin sağında-solunda, önünde-arkasında muhakkak 4 tane savaş gemisi vardır… Eğer hava yoluyla gidiyorsa, uçağına 8 tane savaş uçağı eşlik eder… Evinin ve işyerinin etrafı 10 metre yüksekliğinde duvarlarla çevrilidir… Bahçe duvarının 4 köşesinde mitralyözler ve uçaksavarlar vardır… Eğer arabayla bir yere gidiyorsa, yol 24 saat öncesinden boşaltılır ve arabasının önünde 12, arkasında da 12 zırhlı araç koruma görevini üstlenir… Evet, en büyük kahraman, en cesur insan benim dedemdir…”
Evrensel'i Takip Et