12 Aralık 2011 09:48

AB’nin krizi derinleşirse…

AB’nin krizi  derinleşirse…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Daha, “2008 krizinden çıkıldı mı çıkılmadı mı” tartışmaları bitmeden Avrupa’nın yeni bir krizle sarsılabileceği (ya da “ikinci dip”) ihtimali, AB’yi, geleceğinin de tartışılacağı siyasi bir krizin de eşiğine getirdi.
Geçtiğimiz hafta sonu Brüksel’de yapılan AB zirvesinde Merkel ve Sarkozy, “avroyu kurtarma” iddiasıyla AB’nin ikinci sınıf üyelerini “duvara dayamayı” amaçlıyorlardı. Ancak İngiltere’nin vetosuyla işler karıştı. Ve Merkel-Sarkozy ittifakı (artık bu ittifaka “Merkozy” deniyor) 27 AB ülkesinin avroya geçmiş 17 üyesini bağlayan ”ekonomik yaptırımlar” kararıyla yetinmek zorunda kaldılar. Bu nedenle de Brüksel Zirvesi, sonrasında, “AB bölündü”, “AB dağılıyor mu” tartışmaları da yeniden gündeme getirdi.
İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası Avrupa’nın akil adamları, ABD’nin de teşvikiyle, bugün AB olarak bildiğimiz Avrupa Birliğini “Avrupalı kapitalist devletler bir kez daha birbiriyle savaşmasın!” diye kurdular. Birlik her ne kadar “Avrupa Kömür ve Çelik Birliği” olarak kuruldu ve uzunca bir süre Avrupa Ortak Pazarı, Avrupa Ekonomik Topluluğu gibi ekonomi vurgulu adlar aldıysa da altta hep; “Avrupa’nın istikrarı” kaygısı yol gösterici oldu. Hatta AB fikrini, 20. yüzyılın başlarında emperyalizmin ideologlarının öne sürdüğü, “Avrupa Birleşik Devletleri”, emperyalist hayallerine kadar götürebiliriz.
Özellikle son çeyrek yüzyılda ülkemizde AB, sermaye propagandacıları ve basın tarafından hep, “Aman ne güzel, bakın devletler birleşiyor, artık savaşlar tarihe karışıyor. Zengin ülkeler yoksulların elinden tutup kendi seviyelerine getiriyorlar. Biz de oraya girip zahmetsizce demokrasiyle geçsek, ulusal gelirimizi 20-30 bin avroya çıkarsak ya!” propagandası eşliğinde tanıtıldı.
Oysa daha 1940’ların sonlarındaki ilk girişimden itibaren AB’ye gelen birlik; Avrupa’yı komünizmden korumayı, bu amaçla büyük kapitalist güçleri birleştirmeyi isteyen bir birlikti. SB’nin çökmesi ve Doğu Avrupa’nın dağılmasıyla bu birlik, iç çelişmelerin öne çıktığı bir konuma geldi. Bir yandan Avrupa’nın küçük ve yoksul ülkeleri birliğin içine alınarak “yavaş yavaş hazmedilmeye” çalışılırken, avro bu birliğin hizaya getirici ve yapıştırıcı harcı olarak kullanılmak istendi.
Almanya, Fransa, İtalya, işine geldiği ölçüde, İngiltere gücü elinde tutan ülkeler olarak öteki ülkeleri birer “vassal” (büyük efendiye (senyöre) bağlılık yemin etmiş küçük derebeyi) durumuna getirmeyi amaçlıyorlardı.
Zengin ülkelerin karşısında yoksulların ve zengin olsa da siyasi bakımdan güçsüz birlik ülkelerin sayısının artması, AB içinde güçlü güçsüz kamplaşmasının da yolunu açtı. Avrupa ülkeleri arasındaki çelişmeleri azaltan bir birlik olması amacıyla kurulan AB, giderek içinde çelişkilerin arttığı bir birliğe dönüştü. 2008 krizi bu çelişkileri kışkırtırken, yeni bir kriz ihtimali ise bu çelişkileri AB’nin birliğini tehdit edecek endişeleriyle birleştirdi.
“Avro krizi”ni ve yoksul ülkeleri hatta gelişmiş İtalya’nın Yunanistan’ın arkasından sıraya girme ihtimalini gerekçe gösteren Almanya ve Fransa’nın, Avrupa Birliği sözleşmelerini değiştirmek için yaptığı önerilerin ele alındığı zirvede 17-10 bölünmenin çıkması “avro krizi” açısından büyük önem atfedilen zirvenin başarısızlığı oldu.
Böyle bir bölünme; “AB’nin dağılmasına yol açar mı”, “Bir kriz daha yaşanırsa AB’nin hali ne olur?​” elbette bilmek zor. Ancak şu açık ki AB’nin iki büyüğü Fransa ve Almanya’nın; krizi, AB içinde kendi hegemonyalarını artırmak için kullanacakları çok açık. Çünkü onların hayalindeki AB’nin başka türlü sürdürülmesi çok zor, hatta imkansız hale gelmiştir. Ancak böyle sürekli artan bir hegemonya ve giderek bu ülkelerin daha ağır faturalar ödeyecek bir konuma itilmeleri, bu ülkelerin yeteneksiz ve işbirlikçi hükümetlerin değilse bile halklarını AB ve onun yaptırımlarına (Alınmak istenen ekonomik önlemler yoksul ülkeler için yaptırımdır) karşı başkaldırıya sürükleyecek çelişkileri hareket geçirebilir. Yunanistan’da bu başkaldırının alametleri çokça vardı; şimdi de var!
Çünkü masa başında “avro”, “ulusal gelir”, “borç-alacak” tartışmaları, halklara yeni bir fatura çıkarmak ve AB’nin zaten yoksul olan ülkelerini daha da yoksullaştırmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, zaten AB’nin politikaları sonucu ortaya çıkan bu faturayı halkların sineye çekmesi beklenemez.
Bugün AB’de ekonomik gerekçelerle alınan önlemlerin siyasi krizlere yol açması, Avrupa halklarının bu anlamayla sadece AB değil ama kapitalist sisteme karşı bir mücadeleye yönelmelerini de gündeme getirebilecektir. Bu yüzden bu tartışmalar içinde yanıt verilmesi gereken asıl soru, “AB’nin ne olacağı?​” değil. “AB’nin içine sürüklendiği burgacın nelere gebe olduğu”dur.
Gelişmeler ışında bakıldığında bu soru “soyut” ve “genel olarak” sorulmuş bir soru değil. Tabii yanıtı öyle olmak, Avrupa’nın ileri güçlerinin (devrimci ve sosyalist parti ve çevrelerin), emek güçlerinin (sendikalar ve emek örgütlerinin) görev ve sorumlulukları üstünden olmak durumundadır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa