Çernobil, Fukushima, Sinop, Mersin!
Fotoğraf: Envato
Japonya’daki 8.9’luk büyük deprem felaketi ve sonrasındaki tsunaminin yarattığı yıkım, teknoloji ve iletişimin yarattığı imkanlarla, tüm dünyada adeta bir film gibi izlendi; izleniyor. Ve depremleri, bilim ve teknolojinin imkanlarını kullanarak sıradan doğa olayı haline getiren Japonya’nın bu büyük deprem ve arkasından ortay çıkan tsunami karşısındaki çaresizliği de tüm dünyada izlendi.
Bu büyük depremin, dünyanın en gelişmiş ve deneyimli ülkesinde yarattığı yıkım, elbette Türkiye’de herkesin aklına “yeniden”, İstanbul’da olacak bir büyük depremi getirdi.
Ve TV kanalları, Japonya’dan aldıkları bilgi kırıntılarını spekülatif cümleler içine yerleştirip “alt yazı” olarak verirken, ekranları, böyle dönemlerde birden yıldızlaşan medya meraklısı bilim insanlarına açıp, son 10 yılda defalarca izlediğimiz, bunların birbirine zıt görüşlerini yeniden; “Bu tsunami ve bu büyüklükte deprem İstanbul’da olsa ne olurdu?”dan başlayan “derin” tartışmalara giriştiler. Sanki hereksi jeoloji ve jeofizik uzmanı yapacaklarmış gibi! Ya da çeşitli kanallar; “Böyle bir tsunami Türkiye’de olmaz. Bizde sorunlar daha farklı” diyenlere de pek itibar etmeyip, “Olursa, şöyle olur!” diyenleri öne çıkarıp, sanki olanların kendisi yeterince heyecan verici değilmiş gibi, heyecanı aratırcı bir yayın yapmayı tercih ediyorlar. Ama bunların İstanbul’un ya da Türkiye’nin kendi depremine nasıl hazırlandığını pek umursadıkları söylenemez. Konu, bilim insanlarının konuşmaları içinde buralara geldiğinde de; vatandaşın aymazlığı, yönetimlerin yetersizliği öne çıkarılıp; deprem hazırlanmanın aslında iletişiminden imara, sağlıktan beslenmeye hayatın tüm analarını kapsayan kamusal bir eğitim ve hazırlık olduğu; burada da asli işin yerel merkezi yönetimler düştüğü gerçeği ise şöyle bir değinilip geçiliyor.
Gözden olayların heyecanlı aktarımı arkasında kaçırılan, en azından layıkıyla ele alınmayan diğer bir şey ise, nükleer santraller meselesi. Çünkü 8.9’luk deprem, dünyanın en büyük nükleer santrallerinden Fukushima’da bir reaktörün patlamasına yol açmış bulunuyor. Radyasyon sızıntısı tespit edilen patlamada 2 kişinin öldüğü, patlama sonrası jeneratörler ve soğutma sistemlerinin devreye giremediği belirtiliyor. Santrale 20 kilometredeki tüm yerleşim yerleri tahliye edildiği ve bölgeye 70 km mesafeden girişlerin de yasaklandığı gelen haberler arasında.
Bu büyük facia ile birlikte; ülkemizde, nükleer santrallerin fay hatları yakınına kurulmasına karşı çıkanlar, deprem ülkelerinde nükleer santralin doğru seçim olmadığını savunanlar acı bir biçimde doğrulandılar(*). Ama Türkiye’de nükleer santral yapımını yargıdan ve kamuoyundan kaçıran hükümet, “devletten-devlete anlaşmalarla” Sinop’ta Çernobil’den sabıkalı Rusya’ya, Mersin-Taşucu’nda da Fukushima’dan sabıkalı Japonya’ya nükleer santraller kurdurmak üzere hayli ileri düzeyde görüşmeler sürdürüyor.
Burada elbette; “Canım Türkiye’de 8.9’luk deprem üretecek fay yok!” denebilir, Diyecekler de. Ama burada sorun 8.9’luk fay olup olmaması değil, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olarak böyle bir risk taşıyor olmasıdır. Dahası enerji için “güneş, rüzgar, termal, hidrolik, ...” temiz kaynaklara sahip Türkiye’nin neden nükleer enerjiyi tercih ettiği elbette anlaşılır değildir.
Eğer ki, uluslararası nükleer teknolojisi elinde kalmış firmaları ve yerli işbirlikçileriyle bir hesapları yoksa ve nükleer enerjiden öte nükleer silahlara sahip olma gibi gizili amaçlar beslenmiyorsa!
Eğer Japonya’daki bu büyük felaketten Türkiye, “ Nükleer santrallere hayır”a güç vermeyi ve depreme hazırlıklı olmak için merkezi ve yerel yönetimlerin karşısına ilgili taleplerle çıkmayı daha da önemseyen bir tutum almayı çıkarmazsa, bu büyük felaketten bir şey öğrenmiş sayılmayız.
(*) Nükleer enerjinin kirli, yenilenmeyen, teknolojisinin yabancı ülkelere bağımlı olması nedeniyle ilkesel olarak nükleere karşı olanların tezlerini kabul etmesek bile, Türkiye’de nükleer enerjiden yararlanarak elektrik üretimine karşı çıkılması için Japonya’daki son deprem çok önemli bir dayanak sunmuştur.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00