‘Sözleri insanları durduran’ kişi ihtiyacı
Fotoğraf: Envato
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ; Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) kadrolarına, bundan böyle “mele’lerin(*) de alınacağını, ilk adımda 1000 dolayında melenin görevlendirileceğini açıkladı.
Açıklamayla birlikte tartışma da başladı.
Açıklamaya birinci tepki; “Ne var yani yüz binlik Diyanet ordusu içinde 1000 Kürt din adamı da görev alırsa kıyamet mi kopar? Böylece Diyanet hiç olmazsa Kürt din adamları üstünden Kürtlerin varlığını tanır!” biçiminde oldu. Nitekim BDP Milletvekili Altan Tan, “Bu kişilerin alınmasına siyaset karışmamalıdır ve Kürtçe vaaz vermenin önü açılmalıdır” diyerek bu girişimi şartlı da olsa olumlu bulan görüş ifade etti.
İkinci tepki ise ulusalcı, şoven milliyetçi çevrelerden gelen ve daha da gelebilecek tepkidir: “Diyanete de meleler üstünden teröristlerin sızacağı, hükümetin bölücülere tavizi olarak bu girişimleri yaptığı” biçimindeki tepkilerdir. Nitekim beklendiği gibi, birkaç gün sonra geri adım atıp başka türden açıklamalar yapacak olsa bile ilk tepki CHP’den geldi.
Eski müftü ve CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in: “İslam tarihinin en büyük yanlışlarından biri olur. Açıklanan 1000 kadro projesi, eğitimli İmam Hatip ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının baypas edilmesidir.” şeklindeki görüşlerini CHP Milletvekili Bülent Tezcan, “Bu, ... acaba terörün başka bir biçimde örgütlenmesi anlamına mı geliyor?” diyerek tamamlıyor.
Tabii, Hizbullah ve Caferiler gibi Diyanet atamalarının tarafı olan çevrelerden de kendi çıkarları doğrultusunda tepkiler de var.
Ancak Bekir Bozdağ’ın açıklamaları bu genel ve “kalıplaşmış tepkileri” aşan, her yönüyle düşünülmüş, planlanmış bir eylemin açıklaması!
Bekir Bozdağ, 2012’de DİB tarafından uygulamaya sokulacağını açıkladığı devlet projesi için; “Alınacak bu kişileri analiz ettik. Toplumda sözü dinlenen, saygınlığı olan, sözleri insanları durduran kişiler olacak” dedi. Diyanete alınacak bu kişilerin “müftülük denetiminde kullanılacağını” belirten Bozdağ’ın “Bu kişilerin alımında bölgede etkin olan Nakşibendi, Kadiri ve Kürt kökenli Nurcu grupların dini liderleri arasındaki bazı isimlere öncelik verileceğini” belirttiğinin de altı çiziliyor.
Yani Bozdağ, hükümetin amacının halkın dini ihtiyaçlarına yanıt vermek için mele atamak istemediklerini, burada “tarafsızlık”, “siyaseti bulaştırmama” gibi kaygı taşımadıklarını açıkça ilan ediyor. Tersine Bozdağ, tamamen siyasi amaçlarla bir proje geliştirildiğini açıklıyor. Bu yüzden Altan Tan’ın “siyaset karıştırılamamalı” talebi ve CHP’nin “terörle işbirliği” anlamına gelecek öngörüleri boşta kalıyor.
Burada boşta kalmayan ise, hükümetin aylarca önce, Başbakanın ağzından bölgedeki Diyanet yetkililerinin, din görevlilerinin, tarikat ve cemaatlerin, dinin toplumsal yaşamdaki yerini artırmak için daha aktif olmaları çağrısıyla bu planla bağlantısıdır.
Bozdağ’ın; “Alınacak olanları analiz ettik” derken onların, “Sözleri insanları durduran kişiler” özelliği ile tarif etmesi çok dikkat çekicidir. Yani, açıkça Bozdağ, bir değişim isteme mücadelesini, insanların en doğal hakkı olan eylemlerini de “durdurmak istemekte”dir.
Böylece Bozdağ, insanların talepleri için hareket halinde olmayı bile hazmedemediklerini en yukardan ve açıkça itiraf etmiş bulunmaktadır.
Öte yandan şu da artık biliniyor ki; siyaset dini kullanırken, din de siyaseti kullanabilmektedir.
Nitekim Gülen Cemaati ile AKP’nin Erdoğan kliği (artık böyle diyebiliriz) arasında “Şike Yasası” üstünden koptu gibi görünen çatışmanın aslında iktidarın iki kanadı arasında ciddi uyuşmazlıkların üstünde yükseldiği anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye-İsrail ilişkilerinden Gazze politikasına, Suriye politikasından Kürt sorununa Gülenciler Erdoğan’la ayrı düşmeye başlamıştır. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu biriken sorunların da ateşleyicisi olmuş, Gül’ün yeniden AKP’nin ve hükümetin başına dönmesi için cemaatin sıkıştırmayı sürdüreceğini söylemek abartı olamayacaktır. Kaldı ki cemaat, artık Cübbeli Ahmet Hoca’ya bile tahammül edemeyeceğini göstererek, Erdoğan’ın kendilerine karşı kullanabileceği dayanakları da tasfiye için harekete geçmiştir.
Cübbeli’ye bile dayanamayan Gülen ve cemaatinin, bölgede Nakşileri, Kadirileri, bölgeye has Nurcu akımların etkinliğini artıracak, Kürt sorununu Diyanet üstünden çözme girişimi karşısında da Erdoğan’ı rahat bırakması beklenmemelidir. “Hoca efendiler arası savaşın” bölgeye yansımasının nelere yol açacağını yakında göreceğiz. Hele de Hizbullah’ın da bu kapışmada bir taraf olacağını düşünürsek!
Kısacası Kürt sorununu BDP’yle, Kürt siyasi güçleriyle konuşup çözmek yerine zora, şiddete başvuran, tarikat, cemaat gibi Orta Çağ güçlerini yardıma çağıran hükümetin sadece sorunu daha da büyüttüğü bu arada kendi kuyusunu da kazmaya başladığını söylememiz yanlış olmaz.
(*) Mele, genellikle bir topluma etki edip yönlendirme gücüne sahip kişiler ve yöneticilerin kendileriyle istişare yaptığı kişiler için kullanılır. Şafi Kürtlerde din adamlarına mele denmektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00