Anayasa ideolojisiz olur mu?
Fotoğraf: Envato
Bu sorunun en yalın yanıtı “hayır”dır.
Bu kısa yanıtı temellendirmek için önce “ideoloji” sözcüğünü biraz irdelememiz gerekmektedir. Bu sözcük ile akla Marks geldiği için kötü, sözcük de halkımıza genellikle çirkin ve çekinilecek bir kavram olarak algılatılmaktadır. Böylece hem Marks halledilmiş, hem de istenmeyen her fikir bu kavram sepetine atılarak sorun ortadan kaldırılmış olmaktadır. Oysa halkımız çok iyi bilmektedir ki, kendilerinin en samimi ve sadık dostu, günümüz medyasında yer tutmuş bir dizi yandaş ve sisteme sadık yazar ve aydınlar değil, Marks’tır.
İdeoloji kavramına baktığımızda, genel açıklama şöyledir. Toplumun büyük kesimlerinin sistemin başat grupları tarafından kendi çıkarları doğrultusunda uygun fikir ve düşüncelerle donatılmasıdır. Eğer ideoloji bir toplumda ekonomik sistemin düşünce kılıfını oluşturuyorsa ve eğer toplumda devlet yapısını kuran, aygıtlarını belirleyen, halkın çıkarlarını koruyucu şekilde hakimiyet sınırlarını çizen temel yasaya anayasa adı veriliyorsa, anayasa ve onun altında yer alan tüm yasalar, kısacası hukuk sistemi ideolojisiz olmaz, olamaz!
Evet, anayasa ideolojisiz olamaz; hiçbir yasa da ideolojisiz olamaz! Bunun nedeni, başta anayasa olmak üzere tüm hukuk sisteminin varolan üretim ilişkisinin bir üst-yapı ağı olmasıdır. Hal böyle olunca, bir ülkede uygulanan ekonomik sistemin felsefesi tüm kurumlara ve oradan da temel yasa olan anayasaya ve bir bütün olarak tüm hukuk sistemine yansır. Bundan dolayı farklı üretim sistemleri farklı devlet sistemlerini ve böylece şekillenen hukuk sistemini ortaya çıkarmıştır. Kısacası, her üretim ilişkisi kendi devlet ve hukuk sistemini yaratır ve onun içinde gelişir.
Böylece nitelenebilen yapısal temel ideolojinin alt ideolojileri de vardır. Başka bir deyişle, kapitalist sistem ve onun ideolojik kılıfı altında yer alan ikincil ideolojiler de vardır. Örneğin, devlete gelir dağılımı konusunda nasıl bir görev verilmektedir ya da bazı sosyal alanlarda kamu fonksiyonları nasıl tanımlanmaktadır gibi konular temel sistemik doku içinde “farklı bakış açılarına göre” farklı şekillenmeyip, hakim sınıfın çıkarına göre, yani “ana ideoloji” çerçevesinde belirlenir ve yasalarda da öylece somutlaşır.
Sözcükleri ve ifadeleri yumuşatmak sistemin ideolojik yapısını arkaplana çekerek halkı aldatmaktır. “Farklı bakış açılarına göre” ifadesi ne demektir, duygularımızda nasıl bir algılama ve his yaratmaktadır? Sanki toplumda ekonomik güç ve çıkarları açısından az-çok birbirine denk farklı kesimler vardır ve bunların farklı bakış açıları vardır, birbirine yakın bu bakış açıları üzerinde oylama yapılmaktadır ve çoğunluğa bakılarak bir karar verilmektedir. Ne anayasanın ne de hukuk sisteminin yapısı böyle belirlenmektedir. Örneğin, devletin hizmet verdiği ileri sürülen “sosyal alanlar” genellikle toplumda gelir adaletsizliğini hafifletmeye yönelik hizmet alanlarıdır. Başka bir deyişle, bu alanlarda düşük gelirliler hizmet almakta, toplumun diğer kesimleri, yani görece varsıl kesimler ise sükûnet içinde vergilerini ödeyerek bu hizmetleri finanse etmektedir. Hâlbuki durum hiç de böyle yumuşak ifade ediliş biçimde değildir. Toplumun büyük kesimini oluşturan düşük gelirli vatandaşlar bu hizmetlere muhtaçtır, toplumda görece küçük kesimi oluşturan varsıl ve güçlü kesim vatandaşları ise söz konusu hizmetleri finanse etmek istememektedir. Başka bir deyişle, bu iki kesim arasında sakin ortamda cereyan eden bir görüşme yok, tam tersine fevkalade çekişmeli bir mücadele var. Dolayısıyla, mesele “farklı bakışa açıları” konusu olmayıp, temeldeki hak ihlalinden kaynaklanan hak çatışması konusudur.
Mesele böyle basit şekilde ortaya koyulduktan sonra iki konuya değinmek istiyorum. Sosyo-ekonomik nitelikli birinci mesele, günümüze hakim çıkar çevreleri görüşlerine göre,“Sosyal devlet” anlayışının yeni anayasada (eğer yapılırsa!) yer almasının epey bir tartışma konusu oluşturacak olmasıdır. Hatta bu durum anayasanın yapılışını engelleyebilir dahi. Şöyle ki, tasarlandığı ileri sürülen “ileri demokrasiye geçiş”(!) anayasasında sosyal devlet ilkesinin yer almamasının toplumda geniş kesimleri tedirgin etmesi, aynı zamanda halk oylaması ile cumhurbaşkanlığı rüyasını görenlerin de huzurunu bozuyor olabilir!
İkinci meseleyi ise, tasavvur edilen anayasada, sosyolojik alanda, etnik kökenlerle ilgili bir ifadenin yer alması ya da almaması konusu oluşturmaktadır. Hangi yönde adım atılırsa atılsın, her durum ideolojik konumlanmayı gerektirir ve bunu somutlaştırmış olur.
Yeni bir yıla giriyoruz. İki haftalık bir tatil için değerli okurların huzurundan ayrılıyorum. Tüm okurlara, toplumlara ve insanlara kapitalizmin gazabından arındırılmış mutlu gelecekler diliyorum!
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33