‘Adalet mülkün temelidir’ meselesi (4)

Kirvem,
Geçenlerde cumhurumuzun gül yüzlü reisi tarafından onaylanıp, dolayısıyla resmen yürürlüğe giren “bedelli askerlik” hükmünce, “vatandaş”larımızın bir kısmı bastırdıkları “papel”ler sayesinde bayat bir tayını kışlalardaki “tertip”leriyle bölüşmeden, kocaman kazanlarda kaynatılan yavan, yağsız, kurtlu mercimek çorbasına sabahın kör karanlığında kaşık sallamadan, üstelik hem “namus” hem de “vatan borcu” nitelemesiyle dillerimizde pelesenge dönüşen bu “ulvi” görevi yerine getirmek için kışın ayazda tir tir titremeden, yazın sıcakta vıcık vıcık terlemeden, en önemlisi de “Gel tezkere geeel!” hayaliyle yanıp tutuşmadan, veya zırt pırt yapılan “tatbikat”larda dağ başlarındaki çadırlarda yağmur altında ya da kuytu ormanları “cennet” belleyip buraları mekan tutmuş ayılar arasında, Sam Emice’mizin hibe ettiği uyku tulumlarında dibi delik postalla birlikte yatmanın “zevku sefa”sını tatmadan, belki de son zamanların en büyük “gavur” icatlarından biri olan “e-mail” yoluyla pulsuz, zamksız, tükürüksüz iki kelamlık yazıyla “vatani görev”lerini, falanca bankanın filanca şubesine yatırdıkları şu kadar “kayme”yle yerine getirdikleri için adreslerine postalanacak “teşekkür” metniyle, birer sözde “Memetçik” olarak helalinden tezkere alacaklar ama, özüme kalırsa asla birer “kahraman” olamayacaklar…
Neden?
Çünkü her Türkün asker doğduğuna dair bu diyarlarda ezelden beri süregelen “fetva”nın neredeyse sanki tam aksine, hani mil pardon ama, mesela Tophane, Yüksek Kaldırım veya Galata Köprüsü’nde kimi açıkgözlerin, daha da doğrusu uyanık, bitirim “üçkağıtçı”ların yan yana gelip, o esnada oradan tesadüfen geçenler içinden gözlerine kestirip tuzaklarına düşürdükleri bir “andavallı”ya, yerdeki bir portakal sandığının üzerindeki iskambil kağıtlarıyla “Bul karayı al parayı!”
tekerlemesi eşliğinde el çabukluğuyla çevirdikleri zelil “nümero”larla söğüşlemeye kalkışmaları gibi, tıpkı son günlerde neredeyse aynı minvalde “Bul parayı al tezkereyi!” dercesine devreye sokulan “bedelli askerlik” sayesinde, “vatan” ve ona bağlı “namus” borcundan bu kanun çerçevesinde yan çizmelerine olanak tanıyan, dahası da; gitti gidioor, kalktı kalkooor, nitekim üç vakte kadar tozlu rafları boylayacak diye yemin billah edilen şu bizim “paşazade” anayasamızın 10. maddesinde, “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz” hükmüne rağmen, önce “hukuk” devleti, sonra da “sosyal adalet”in her alanda sebillullah dağıtıldığı şu cennet memleketimizde, hani yine binlerce defa mil pardon ama, kimilerimiz “vatanın bölünmez bütünlüğü” için tüfek elde siperlerde, tel örgüler ardındaki nöbetçi kulübelerinde gözlerimiz ufukta beklerken, beri taraftan kimilerimiz şişkin cüzdanlarımızın, içi dolu kadifeden keselerimizin huyu suyu hürmetine bu “milli” görevden “muaf” tutulabiliyorsak, eh o zaman batsın bu mülkün adaleti ka yavrus!
No! Olmoor monşer! Bir taraftan “Her Türk asker doğar!” borazanıyla yeri göğü inletip, hatta ve hatta buna mukabil “herkes bebek doğar” deyu “vicdan”larının sesini dinleyip, bu minvalde fikir beyan edenleri, “halkı askerlikten soğutma” teranesiyle mahkeme kapılarında süründürüp, hapishanelere tıkıp, ardından da tam aksine “parayı veren düdüğü çalar” yaklaşımıyla kışlalarda sabah-akşam çalan “ti” sesli borazan yerine; paraya, mangıra endeksli çatlak sesli bir düdüğün bundan böyle rahatlıkla ötüp hüküm süreceği bu çarpık “düzen”in, bu yampiri adaletiyle ilgili kimler, hangi özde ve sözde “vatandaş”lar ne düşünüp, benim gibi dazlak kafalarını nasıl kaşırlar tabii ki bilemem ama, yine de özüme kalırsa öncelikle “milli tarih”imizin duayeni olup, bu bapta yazdığı bilumum tarih kitaplarıyla “asker millet” olarak hepimizin “gurur”unu okşayan üstadımız, pirimiz rahmetli Emin Oktay’ın ruhu, içine düştüğümüz bu ikircikli, bu “kaknem” durum karşısında, acaba varıp gittiği “öte taraf”ta ister istemez muazzep olur mu, bunu da zaten hiç mi hiç bilemoorum Kirvem!..

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et