Sözde yeni yıl
Ören yerlerini gezenler bilir; Roma ve diğer antik uygarlıklardan kalma heykellerin tam alnının ortasına haç resmi kazılıdır. İsa’nın doğumuyla özdeş tutulan milat, insanlık tarihinin ondan önceki üretiminin üzerine bir örtü gibi çekilmiştir. Yeni olan her şey, kendini eski olanı değiştirerek ya da yok ederek var eder. Yeninin varoluşu eski üzerinden tanımlanır. Eski ile yeni arasında -her ne kadar çatışmalı da olsa- güçlü bir nedensellik ilişkisi vardır. Bu nedenle yeni olan eski olan ile karşılaştırılır, eski olandan farklılaştıkça yeni olan “yeni” olabilir.
Mevlana’nın şu sözü de yeni ile eski arasında kurulan çatışmalı ilişkiyi anlatır: “Ne varsa düne dair, dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni bir gün, yeni şeyler söylemek lazım.”
Şimdi sorabiliriz: 2012 ile birlikte neler 2011’den farklılaşıyor? Bu farklılaşma 2012’yi gerçekten yeni yapar mı?
Yeni yıla katliam ağırlığında ve kazalarla, ölümlerle, savaşlarla girdik. Bütün bunlar yeni yılın hediyesi mi? Elbette değil. Eski yılda olan ne varsa bugüne de taşınmış durumda. Öyleyse bunların hiçbiri 2012’yi “yeni” yapmıyor. 2012 sadece söylem düzeyinde yeni bir yıl; yeni ama acılar eskinin devamı.
Hiç yeni bir şey yok mu? Yeni bir şeyler var aslında. Bir yandan toplumun genelini ilgilendiren vergi, resim ve harçların oranlarında artış var. Yüzlerce kalem mala zam var. Üretken sermayeye yeni vergi indirimi var. Hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası uygulaması ile yeşil kart ve benzeri uygulamaların fiilen ortadan kaldırıldığı ve sağlığın hak olmaktan çıkartıldığı yeni bir sağlık(?) sistemi var.
Daha çok güvencesizlik, daha fazla yoksulluk ve daha büyük eşitsizlikler var. Ama bunların hiçbirisi eskiden tam anlamıyla kopuş değil, aksine eski olan ile devamlılık arz eden uygulamalar. Örneğin sağlık sistemindeki köklü dönüşüm, 1999 yılında toplum deprem acısıyla boğuşurken bir gece yarısı Meclisten geçirilen Emeklilik Yasası ile başladı. Reel ücretleri eritme ama kâr ve rant gelirlerini artırma yönündeki politikalar 24 Ocak 1980 kararlarıyla sistematik biçimde uygulanmaya başladı. Hükümetler değişti ama hem 24 Ocak kararlarına hem de onu garanti altına alan 1982 anayasasına bağlılık hiç ama hiç değişmedi.
Rakamlarla örülü bir dünya ister istemez önce dilimizi hemen ardından da zihinlerimizi etkisi altına alıyor. Örneğin 12 Eylülün 30 yıl sonrasında yine bir 12 Eylülde, ‘82 anayasasının birkaç maddesinde değişiklik öngören yeni anayasa maddelerini oyladık. Yüzde 58’imiz değişikliklere “Evet” dedi. Ne değişti? Yeni olan ne var?
Sermaye ile emek arasındaki uzlaşmaz eşitlik ve çelişki kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana değişmedi. Sadece farklılaştı. Daha fazla denetim, daha fazla sömürü, daha fazla acı. Ama işin özü aynı: 18. yüzyılda İngiltere’de çocuk ve kadın işçiler kapitalist iş süreçlerinde köleleştiriliyordu, şimdi tüm kapitalist ülkelerde tüm emekçiler için aynısını yaşıyoruz. Demek ki, şiddet farklılaşmasını kopuş gibi görebiliyoruz. Oysa farklılaşma öze dair değil biçimseldir. Özdeki farklılaşma başkalaşım gerektirir. Yeniyi yeni yapan bu başkalaşımdır. Başka bir üretim, başka bir bölüşüm. İnsanın ve doğanın yine insan tarafından sömürülmediği üretim ve bölüşüm ilişkileri bütünü ancak yeni bir yılı gerçekten yeni bir yıl yapabilir. Bunun ötesinde değişim sadece rakamlardadır.
Öyleyse, 2012 yeni bir yıl değildir. Olsa olsa sözde yeni yıldır.
Tüm dünya halkları için baskı, sömürü ve savaşın olmadığı gerçek bir “yeni yıl” dileyelim.
Evrensel'i Takip Et