Üçgen, yamuk ve Pentagon

35 kişiyi öldürdünüz. Hemen “kaçakçılar” dediniz. Kaçakçı olduklarından emindiniz çünkü...
Bunca ön hazırlıkla gerçekleştirilen harekatta herhangi bir inceleme sonucunu beklemeden “kasıt” olmadığından da emindiniz ama!..
Top atışları ve aydınlatma fişekleriyle, kafilenin “uyarıldığını” açıklarken,  siz bu sözlerinizle kendinizi nasıl kandırabildiniz? Askeri harekatta, bunların, hedefi imha etmeye yönelik son işaretler olduğu gerçeğini kamuoyundan nasıl gizleyebildiniz?
Cezaevlerine doldurduğunuz gazetecilerin “terörist” olduğundan nasıl eminseniz, 35 kişinin öldürülmesinde “kasıt” olmadığından da o kadar eminsiniz!
***
İşaret fişekleri ve top atışlarıyla “uyarının”, uyarı olmadığını, hadi diyelim ki siz halktan gizlediniz; “Halkın gerçekleri öğrenme hakkına saygının” birinci meslek kuralı olduğunu bilen okumuş görmüş gazetecilerin, uzmanların tartışma programlarında bu planlı saldırının hazırlık evrelerini görmezden gelip, “Bu kadar uyarı yapılmış, onlar da hareket etmeselermiş, otursalarmış” diyen propagandalarını nasıl hazmedebiliriz?
Çatışma bölgesinde vurulan, yaralanan, öldürülen gazeteciye, “O da beyaz bayrak sallasaymış, ‘gazeteciyim’ diye bağırsaymış, ‘press’ yazılı önlükler giyseymiş” demek gibi bir şey bu!
Mesleki faaliyetlerini yürüttüğü işyerlerinden, günlük yaşantısını sürdürdüğü evlerinden alınan gazeteciler bağırıyordu esasında: “Terörist değilim, gazeteciyim! El koyduğunuz bütün malzemeler benim haber kaynağım!”
Ama itibarsızlaştırma ve imha etme “atışları” başlamıştı bir kere!
***
Gazetecilikteki çalışma yaşantımın ve sendikal faaliyetlerimin başlangıç yılları olan 1990’lar, “medya-siyaset-ticaret” kirli üçgenine karşı mücadeleyle geçti…  O dönemde niteliksiz yayıncılığın sembol ismi, muhalif habercilik yapan herkesi “azgın azınlık” olarak itham eden, kerameti kendinden menkul, amiral gemisinin genel yayın yönetmeni “Mr. Hürriyet” idi. O mücadele sürecinde “azgın azınlık” ile ittifak içinde olanlar ise 2002’den sonra ciddi bir deformasyona uğradı, 2010’larda ise iyice tanınmaz hale geldiler. Omurgası olmadığını itiraf eden Mr. Hürriyet’ten doğan boşluğu, tüm insani değerlerini yitirmiş, varlığını bir “cemaatin” hizmetine sunmuş olanlar doldurdu.
***
Babamın, 1960’lı yıllardan kalan 45’lik plaklarından birinde, dönemin politik hicivlerinden örnekler vardı. Kürt bekçi, gecenin karanlığını yırtan düdük sesiyle mahallenin hırsızını durdurur ve ağır aksanıyla saymaya başlar:
“Ula sende hiç insafiye, namusiye, vicdaniye yoh mi!”
***
Utanmazlığın, arsızlığın bundan daha fazlası belki insanlık tarihi boyunca görülmüştür ama kendi ömrümde bu kadarına ilk kez tanık oluyorum. 1990’lardaki mücadelemiz, şimdi yerini “medya-siyaset-ticaret-cemaat” yamuğuna bıraktı. Buna bir kenar daha ilave ederseniz, karşınızdaki kirli ittifak “pentagona” (beşgen) dönüşür!
Devletin tüm kurum ve kuruluşları cemaat kadrolarınca ele geçirilinceye kadar “itibarsızlaştırma” politikası izleyenler, şimdi devleti yüceltme gayreti içerisine girdiler.
Geçmişte yaşananların yükü bugünkü nesillerin omzuna yıkılırken; bugünün insan yaşamını, onurunu hiçe sayan iktidar icraatlarının özrünü 30 yıl sonraya emanet etmek yeni bir insanlık ayıbıdır.
***
İnsanı, diğer varlıklardan ayıran sadece mutlu anlarında “gülmeyi” bilmesi değildir; “acıyı” da paylaşabilmesidir.
İnsan; aynı zamanda “utanma” duygusu olan bir varlıktır.
İnsan; “özür” dileyebilen tek varlıktır!
Öldürdüğünüz insanlardan, “terörist” diye suçladığınız gazetecilerden, yazarlardan, aydınlardan, öğrencilerden; copladığınız ve biber gazı sıktığınız işçilerden, cemaatinizi yüceltip onun tebaasına dönüştürmeye yeltendiğiniz yurttaşlarınızdan insanlık adına özür dileyiniz!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et