Kapitalizm-demokrasi metres ilişkisinden neoliberal faşizme (2)

Emperyalizmin 20. yüzyıl versiyonu olan neoliberalizmin, iktisat politikaları aracılığıyla 1970’li yıllardan itibaren tüm dünya geneline dayattıklarının 2008 tarihi itibariyle iflas etmesi, cevaplaması gereken kimi soruları gündemine oturtmuştur. Bunlardan en önde geleni, uygulattığı iktisat politikalarıyla başta emek örgütlenmesinin önüne geçme olmak üzere diğer politika araçlarının nasıl sürdürüleceği ve de mevcut emek sömürüsünün nasıl devam ettirileceğine ilişkindir.
Dünya iktisadi ve siyasi tarihindeki gelişmeler işçi sınıfı hareketlerinin özellikle de kapitalizmin iktisadi kriz dönemlerinde ivme kazandığını ortaya koymaktadır. İşçi sınıfının bilinç düzeyinin ve örgütlülüğünün, bu ivmenin yönünü sosyalist bir devrime varacak bir biçimde geliştireceği de bilinen ve beklenen bir durumdur. Bu çizginin yaşanmışlığı ya da olma ihtimalinin yüksek olması, geçmişte mikro milliyetçilik ve II. Savaş’a götüren ve sermayenin denetiminden çıkan faşist iktidarların hakim kılınmasıyla kısmi olarak önlenebilmiştir. Ancak, bedeli, emperyalistler arasında yaşanan savaşların beraberinde getirdiği kitlesel ölümler ve ülkelerin iktisadi yıkımlarıyla ağır bir biçimde ödenmiş, ödettirilmiştir. Bu yaşanmışlık, kapitalist dünya sistemi açısından önemli bir deneyimdir. Bu bir.
İkincisi, II. Savaş sonrası gelişmeler emperyalistler arası askeri güç dengesi açısından ele alındığında terazinin kefesi ABD lehine bir görüntü çizse de, söz konusu ülkelerin aralarında yaşanacak bir genel savaşı göze alabilecek cesareti kendilerinde bulamayacak olmalarına ilişkin bir tablonun varlığı ve bunu da bilmeleri bir vakıadır. Durum bu iken geriye kendileri lehine olacak tek bir yol kalmaktadır. Bu da, emperyalistlerin ve emperyalist sermayenin denetiminde kalmak koşuluyla, her bir tekil ülke temelinde uygulanmış soğuk savaş koşullarının ve şablonunun sonlandırılmasına yönelik sivil iktidarların işbaşına getirilip, onların eliyle sivil görünümlü ve fakat otoriter hükümetlerin hakim kılınması sürecidir.
Bu çerçevede ve dünya sistemine hakimiyetin sürdürülmesinde enerji kaynaklarına sahip olunması da veri iken, ortaya koymaya çalıştığım neoliberal faşizm ya da sermayenin faşizmi olarak adlandırdığım süreç, yaşadığımız coğrafyadan başlatılmıştır. Böylece, bir taraftan, sivil otoriter hükümetler aracılığıyla, bu amaca yönelik olarak ülkeler zapturapt altına alınarak işçi sınıfına vurulan gemin daha da sıkı tutulması hedeflenmiştir. Diğer taraftan da, örneğin, ekonomisinin sürdürülmesi açısından dış dünyaya enerji bağımlılığının yüzde 65 civarında olması nedeniyle ve bu bağımlılıktan kurtulamadığı sürece ABD’ye rakip olamayacağına inandığım Çin’in ve mücavir alanın denetlenmesi mümkün olabilecektir.
Bu nedenle, Arap Baharı denen süreç 2011 yılı yazında değil de, adını ne koyarsanız koyun, geçen hafta belirttiğim ve kapitalist dünya sisteminde ortaya çıkan kırılmayı ifade eden ve ne tesadüftür ki 11 Eylül 2001 tarihinden hemen bir yıl sonra AKP’nin iktidara taşınmasıyla hayata geçirilmiştir. O günden bu güne ülkede AKP’nin topluma yönelik sergilediği tavır açısından nasıl da yumuşak çevreden sert çekirdeğe doğru evrildiğine dikkat edilmesi gerekmektedir.
Arap Baharı olarak adlandırılan süreç çerçevesinde yaşananları, kimi köşe yazarlarının daha gelişmeler filizlendiğinde ve hâlâ da, demokrasiye geçiş ve devrim sancıları olarak değerlendirmelerini bir tarafa bırakırsanız, yaşananların nereye geldiğinin tespitini yapmanız ya da olup biteni, ortaya koymaya çalıştığım perspektiften bakmanız, durumun ne olduğunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Artık Arap Baharı’nda seçilecek ve geçilecek evre, fundamantalist İslamcılarla sürdürülüp sürdürülmeyeceği ya da sürdürülecekse bunun hangi koşullarda gerçekleştirilmesi gereği çerçevesine kilitlenmiştir.
Bu nedenle, mikro milliyetçilik ve faşist iktidarların hakim kılınarak emperyalistler arası savaşlarla paylaşılan dünya kısa dönemde; Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ekseninde sivil otoriter hükümetler aracılığıyla ve başta esas itibariyle çerçevesini çizdiğim bölge olmak üzere, gerektiğinde dünyanın başka bölge ve alanlarında yaşatılacak nokta savaşlarla aşılmaya çalışılacaktır. Bu da bir taraftan, etnik kitlik mücadeleleri ve diğer taraftan da, din unsurunun işin içine zerk edilmesiyle sürdürülecektir.
Konuyla ilintili olarak dikkat çekmek istediğim son husus, ABD’nin 2001’den itibaren ve 2008 iktisadi krizi vesilesiyle tanımladığım bölgeye ilişkin başlattığı sürecin esas itibariyle ne Çin, ne Japonya ve ne de Rusya Federasyonu ekseninde ve bu ülkelere yönelik olduğunun göz önünde bulundurulması gerektiğidir.
Elan yaşananların, tali amaçları olsa da, Almanya’nın belirttiğim iki bölgeye yönelik nüfuzunun ve olası hakimiyetinin önüne set çekilmesine, dünya ekonomisinde sahip olduğu iktisadi gücün denetim alınmasına ya da AB blokundan bizzat kendi çıkarına olacak biçimde de olsa uzaklaşmasına bağlı olarak sürdürüleceğine dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu gerçekleşmedikçe, yaşanmakta olan iktisadi krizin sonlanmasını kimse beklemesin.
Selam ola.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

Antep’te polis, mahkeme kararını tanımadı, ekmek mücadelesi veren işçilere müdahale etti. İşçi, siyasetçi, öğrenci, muhalif belediye, basın… Herkes mengenede! Cezaevinde olanların sayısı cezaevi kapasitesini 90 bin aştı. Buna rağmen hükümet daha çok insanı daha uzun süre cezaevinde tutacak yargı paketi hazırladı. Yine de tepki cezalandırılarak durdurulamıyor!

90 bin fazla: 301 bin 397 kapasiteli cezaevinde 392 bin 456 kişi kalıyor.

32 adet: 11 cezaevi yapımı sürüyor, 21 yeni cezaevi projesi hazır.

Yüzde 700: 2002’de 49 bin 512 olan mahpus sayısı yüzde 700 arttı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et