07 Ocak 2012 08:09

‘Adalet mülkün temelidir’ meselesi (6)

‘Adalet mülkün temelidir’ meselesi (6)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Yukardaki başlık altında bir müddetten beri bozuk plak misali aynı noktada cızırdayıp duruyorum; ancak ülkenin genelinde, özellikle de “adalet” meselesiyle ilgili giderek gelişen tatsız tuzsuz, bir o kadar da “kaknem” manzaralara bakıldığında görünen o ki, bu gidişle, bu ahval ve şerait altında bundan sonra da bu konuyla ilgili tıpkı tren katarı gibi uzayıp giden laflar edip, boşuna kürek çekip, nefes tüketeceğim!
Neden?..
Çünkü “mülk”ün, yani yakim “devlet”in temelinin “adalet”e dayandığını, kulağa hoş gelen bu sihirli kavramdan yana yeterince nasibini almamış, alamamış, veya önemsemeyip dışlamış olan bilumum devletlerin yanı sıra, keza toplumların da zaman içinde eninde sonunda yer ile yeksan olduklarını, tarih sayfalarından silinip gittiklerini ibretle okuyup öğrenirken, beri taraftan Misakımızın milli sınırları dahilinde hesapça “adalet sarayı” diye nitelediğimiz, ama çoğunlukla badanası, sıvası dökülmüş duvarlarına; sigara izmaritleriyle dolu küflü koridorlarına; tahtakurularına, hamamböceklerine yenik düşmüş, perdeleri eprimiş duruşma salonlarına; lime lime dosyalarla tıklım tıkış doldurulup fare yuvalarından farksız arşivlerine, merdiven altları çayhanelere dönüşmüş bu “sözde” sarayların hemen her tarafına çarşaf çarşaf “Adalet mülkün temelidir” deyu yazdığımız halde, aslında bu “saray bozuntusu” mekanlarda güya dağıtılan “adalet”in ne denli yampiri olduğunu bizatihi halkımızın şu kısacık cümlesi, dilden dile dolaşıp kök salan kanaati açıkça belirtiyor:
“Allah kimseyi mahkeme kapılarına düşürmesin!”
Ancak hayatın gerçeği şu ki, istesek de istemesek de zaman zaman kimilerimizin yolu, çeşitli nedenlerle bu “kapı”lara hem düşüyor, hem de buralardan payımıza düşen adalet “ibre”sinin mümkün mertebede bizden yana kaymasını, terazinin kefesinin bizden taraf ağır basmasını da “vicdan”ımız elvermese de, yine de maalesef ister istemez diliyoruz…
 Diliyoruz, zira bu “kapı”ların ardında hak, hukuk “fasarya”sından ziyade adamına göre muamele, minareye veya kitabına uydurulan kılıfların yanı sıra, arada bir de tıpkı mızrağın çuvala sığmayan acı gerçeğiyle yüz yüze gelince, bu kez de “Ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur” babında dertlenip, kem talihimize küsüp, dahası da adalet adına utanıyoruz ama, nafile!
“Adalet mülkün temelidir!”
Okey!
Peki, “mülk”ün temeli olan bu “adalet”, bu mülkte, yani yakim bu “ulus devlet”in hukuk düzeninde, dahası da kırk yamalı bohçadan farksız “anayasa”sıyla gerçekten de halkımızın ayaklarını her bakımdan sağlam basabileceği, sırtını rahatça dayayabileceği “temel taşı” olabildi mi?
No!
No! Çünkü adaleti “temsil” eden, daha da doğrusu hukuku, hakkı bu ülkenin tüm “vatandaş”larına aynı eşit koşullarda “teslim” etmesi gereken adalet mekanizmamız, halkımızın indinde her geçen günün ardından ne yazık ki daha da çok itibarını kaybetti, kaybediyor.
 Üstelik bu ülkenin kimi “hasso” vatandaşlarına bol kepçe, analarının ak sütü gibi dağıtılırken, beri yandan kimilerinin hak ve hukuklarına “teğet” bile geçmeyen bu “mülk”ün, topuzu nerdeyse tümden kaçmış “süfli adalet”inin hali ahvali, tıpkı eşekten düşmüş karpuz gibi  ortalıkta sırıtıyorsa, en önemlisi de hani perşembenin gelişi çarşambadan bellidir misali aynı zihniyet doğrultusunda, aynı minvalde yoluna devam edeceği de, daha dün Uludere’de ayan beyan kanıtlandığına göre; demek ki, bu coğrafyada, daha da açıkçası Misakımızın milli sınırları dahilinde adalet aramakla ömür tüketip duracağız vesselam!

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa