Utanmaz gazetecilere rağmen
Fotoğraf: Envato
Katledilmesinin 16. yılında, dün Metin’i bir kez daha, mezarı başında, özlemle ve sevgiyle andık. Ve bir kez daha, “daha çok Metin olmamız” gerektiği konusunda bilinçlerimizi yineledik.
Önceki on beş anmaya baktığımızda da hep, “Şimdi bir önceki yıla göre daha çok metin olmamız gerek” demişiz. Bunu, kimi zaman basın tekellerinin gazeteciyi ezdiği koşullar, kimi zaman ticaretin, sermayenin çıkarının gazeteciliği bir kar alanına dönüştürmesine, kimi zaman hükümetlerin basını kendilerine bağlama girişimlerine, kimi zaman da gazetecilerin yasa, hukuk, “ülkenin geleceği ve düzenin bekası” adına sindirme yöntemlerinin hedefi olduğuna dikkat çekerek söylemişiz.
Çünkü 16 yıldan beri gazeteciliği, gerçeklerin açıklanmasının ve bu gerçeklerin halka iletilmesinin işi, basın ve halkın haber alam özgürlüğünü savunulmasının alanı olarak gören gazeteciler için Metin Göktepe, gerçeğin peşinde koşmanın, gerçeği bulmak için yaşamını bile feda etmeyi göze alan bir gazetecilik anlayışının sembolüdür.
Bu yüzden de “Şimdi daha çok Metin olmak gerek” demek, “Şimdi daha çok gerçeğin peşinde koşan gazeteci olmak gerek, çünkü bugün ülkenin getirildiği yer, gerçeği bulmak için daha çok çabayı; gerçeği halka iletmek için daha bilinçle çalışmayı daha çok fedakarlığı gerektiriyor“ demek.
15 yıldır, “Adına layık gazetecilik yapabilmek için her yıl bir öncesine göre daha çok bilinç, daha çok çaba ve fedakarlık gerektiriyor” demişiz, ama “acaba bir abartı yapmış olamaz mıyız” diye düşünüyor insan. Öyle ya; 1990’lar gazetecilerin köşe başlarında katledildiği, gazete binalarının kontra güçler tarafından bombalandığı bir dönemden bugüne, ülkeyi yönetenlerin söylemiyle, “büyük özgürlük ve demokrasi hamleleri” yaparak, “ileri demokrasi” aşamasına kadar gelmişiz! “Bu durumda da gazetecilik de kolaylaşmış, insanların fikirlerini söylediği için suçlandığı, bunları gazeteler aracılığı ile halka iletilmesinin sorun olduğu dönemlerin çok gerilerde kalmış olması gerekir” diye düşünüyor insan.
Ancak, bu genel ve gerçek yaşamdan soyutlanmış, özgürlük ve demokrasi iddialarından değil de yaşananlardan bakıldığında, yaşamın böyle düz ilerlemediğini görüyoruz. Gerçi, köşe başlarında vurulan gazeteciler ya da idare binaları bombalanan gazeteler döneminin geride kaldığını söyleyebiliriz; ama gazeteciliğin daha kolaylaştığı, basın özgürlüğü ve halkın haber alma özgürlüğünün daha ilerlediğini söyleyebilir miyiz?
Dahası, şimdi de gazetelerin, gazetecilerin bir yandan piyasa, bir yandan hükümetin siyasi olarak basını eline geçirme hamleleri öte yandan da TCK 301. Madde, Terörle Mücadele Yasası ve özel yetkilendirilmiş mahkemelerle kuşatıldığını, kıpırdayamaz duruma getirildiğine tanık oluyoruz.
Bugün Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinde olmadığı sayıda (100 dolayında) gazeteci tutukludur! Yine cumhuriyet tarihinde görülmemiş biçimde (dünyanın başka bir ülkesinde de görülmemiş biçimde) çoğu muhabir, 36 gazeteci birden KCK davaları kapsamında tutuklanmıştır. Gündem, Evrensel, BirGün, Cumhuriyet, Vatan, Milliyet, Radikal gibi gazetelerden gazeteciler bugün tutkuludurlar.
Ahmet Şık, Nedim Şener, Ragıp Zarakolu, Hüseyin Deniz; Mustafa Balbay gibi gazeteciler aylardır tutkuludur. Binlerce gazeteci hakkında TCK 301’den “inceleme” ve “soruşturma” vardır. Gazeteler kapatılmaya devam edilmektedir. Öyle ki, bırakalım gazetecilerin basın özgürlüğünde yararlanmasını bugün bir gazete patronun istediği gazeteciyi kendi gazetesinde istihdam etmesi, ona şu ya da bu görevi vermesi bile artık olanaksızlaşmıştır. “Hükümetle, terse düşmemek” gazete patronlarının asıl kaygısı haline gelmiştir. Gazeteciler, örgütsüzleştirilerek, yalnızlaştırılarak, işsiz ve aç kalma kaygısının baskısıyla, “ya yandaş olacaksın ya da oto sansürle her gün kendine ayar vereceksin” çizgisine itilmiştir. Sansüre karşı dik durabilen gazeteciler bile, yaratılan ortamın baskısıyla oto sansüre teslim olmak durumunda kalmaktadırlar.
Basının sindirilmesi, hükümete muhalif her sesin kısılması karşısındaki suskunluğu gazeteci örgütleri, dünyaya “Utanıyoruz!” diye canhıraş bir çığlıkla duyurmuşlardırlar. Çünkü gazeteciler, basın özgürlüğünü ayaklar altına alan uygulamalara dikkat çekerek, uluslararası platformlarda böyle bir ülkeden gelmiş olmaktan dolayı “utandıklarını” söylemektedirler.
Çünkü AKP, kalabalık ve her bakımdan beslenen bir “utanmaz gazeteciler” kadrosu oluşturup, bunları propaganda çarkının dişlileri olarak kullanmaktadır.
Bu koşularda geçeğe sadık kalmak, gerçeğin halka ulaştırılmasını esas kaygı olarak gören bir gazetecilik, ne yazık ki ancak gazetecilerin “daha çok Metin olması”yla mümkündür! Ve Türkiye’deki halkçı, demokrat, devrimci, yurtsever gazetecilik geleneği tüm baskılara, tutuklamalara, çok çeşitli baskılara rağmen; cesur, halkını ve ülkesini seven, paraya ve baskıya boyun eğemeyen gazetecilik ahlakına sahip, gazeteciler yetiştirmeye devam etmiştir, bundan böyle de edecektir.
Bundan kuşku duymamak için pek çok nedenimiz vardır.
Metin Göktepe’ye verdiğimiz ve 16 yıldır, her gün daha bir bilinçle yinelediğimiz söz de budur.
“Şimdi daha çok Metin olmak lazım” derken de bunu kastediyoruz.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00