96 yıl sonra Sarıkamış!
Fotoğraf: Envato
Şu günlerde televizyon kanallarında, gazetelerde, önceki yıllardan bile fazla bir “Sarıkamış sevdası” var. Başbakan, Uludere’de katledilen 35 genç köylünün katledilmesinin yükünü sırtından atmak için “Allahüekber Dağları”na vurgu yaparak, Sarıkamış faciasına atıf yapıyor; “Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler,…olarak 90 binimizi verdik de gıkımız çıkmadı, 35 kişinin ölmesinden de bir şey olmaz” demeye getiriyor. Ağzını açan AKP’liler ve resmi yetkililer, Sarıkamış’taki “şahadetin” önemine dikkat çekiyor. Bu kampanyanın sürdürücülerinden TRT, “Sarıkamış’ta düşmana tek mermi atmadan donarak ölme”yi “şehitliğin tarifi” olarak propaganda ediyor. Sonunda da önceki gün İçişleri Bakanı İdris Şahin, “Kızılelmacı milliyetçilik ve Osmanlıcılık”la kafası karıştırılmış dört bin kişinin başında, 90 bin askerin, Alman emperyalizminin çıkarları uğruna kurban edildiği, Allahuekber dağlarındaki 2 bin 800 metredeki yüksekliğe yürüdü. Allahtan bakan, “şehitlik”, “kahramanlık” filandan başka bir şeyin anlaşılmadığı bir konuşma yaparak, “yürüyüşün amaçlarını” anlattı.
Olup biteninin yarattığı toz-duman perdesi aralandığında, Hükümetin politikaları açısından “Sarıkamış sevdası”nın; birisi tarihle, öteki bugünle ilgili iki önemli yanının olduğu gözleniyor.
Birinci yan tarihle ilgili!
Sarıkamış-Kars arasında bulunduğu varsayılan Rus ordusunun imhası için, 18 Aralık 1914 günü başlatılan “çevirme harekatı”nda yaşamın yitiren 90 bin asker, tamamen emperyalist bir savaşın; bir yanda Fransız-İngiliz-Rus emperyalizminin, öte yandan Alman-Avusturya-İtalyan emperyalizminin çıkarları uğruna verildiğine kuşku olmayan bir savaşın kurbanlarıdır. Ve iki emperyalist gücün çarpıştığı savaşta, amacı Alman ordularını rahatlatmak olan bir savaşta ölen insanların şehit olduklarını iddia etmek de elbette olayın diğer bir trajikomik yanı. “Şehitlik” zaten İslam uğruna bir savaşta ölenlere verilen bir sıfat olduğuna göre, Almanya uğruna verilen bir savaşta nasıl oluyor da şehit olunuyor?
“Sarıkamış sevdası”nın ikinci önemli yanı ise; İttihat Terakki’den nefret eden, Enver Paşa’yı lanetli bir yaratık olarak gören AKP ve onun önderlerinin iş Sarıkamış’ta 90 bin askerin kurban edilmesine gelince, bu toplu katliamın en önemli sorumlusu Enver Paşa’yı kahraman kabul etmesi. Ve dahası, düşmanla savaşmaktan çok, donarak (dondurularak öldürülen demek daha doğru), çaresizlik içinde ölüm olarak gerçekleşen facia, nasıl bir kahramanlık oluyor, bunları anlamak olanaklı değil.
Ama işe siyaset karışınca öyle olmuyor.
Nitekim AKP Hükümeti, kendi ideolojik ve siyasi kaygıları nedeniyle, tarihi çarpıtıyor; Sarıkamış faciası gibi “kahramanlık” olarak görülmesi en son şey olabilecek bir faciayı bile kahramanlık olarak kutsayabiliyor. Çünkü Sarıkamış’ı bir facia, bir trajedi görmek hem Kızılelmacı milliyetçiliği hem Osmanlıcılığı, hem de emperyalizmin uğruna verilen savaşta onların işbirlikçisi olmayı mahkum eder.
Bugün, kendi açmazlarını “yeni Osmanlıcılık” zemininden alan politikalarla aşmayı amaçlayan AKP’nin, ABD stratejisine bağlanarak Türkiye’yi “bölgesel güç”, “bölgenin model ülkesi” yapma hayalleri ile İttihatçıların ve Enver Paşa’nın Sarıkamış harekatına yön veren hayalleri ve açmazları çok benzeşmektedir. İttihat Terakki Hükümeti’nin marifeti olan Sarıkamış faciasını bir “kahramanlık” olarak sunması ancak, İttihat Terakki ile aynı köklerden gelme ortaklığı ile açıklanabilir. Ki; AKP, son yönelişi ile milliyetçi-Osmanlıcı ideolojik bir temele oturma gayreti içindedir. Ve Erdoğan ve partisinin Enver Paşa ve İttihat Terakki’yi mazur görmesi de ancak böyle anlaşılır olmaktadır.
Çünkü Sarıkamış’ı Alman emperyalizminin amaçları uğruna 90 bin yoksul askerin kar ve buza gömülmesi olarak görmek, bugün ABD emperyalizminin stratejisine bağlanarak Türkiye’yi bölgesel güç yapmayı da mahkum etmek demektir.
“Ecdat” mirasına pek düşkün zevatın “Sarıkamış Sevdası”nda bir de, “katilin cinayet mahalli civarından ayrılamaması” gibi bir neden de var mıdır, bunu da bilemeyiz. Belki bu yanıyla bir de sosyal-psikiyatristlere sormak gerek! Ancak bütün varsayımlar ötesinde şu bir gerçek ki; süreç ilerledikçe taşlar daha yerine oturuyor. Herkesin tarafı belli oluyor. Dün, Alman emperyalizmine hizmet edenlerle bugün Amerikan emperyalizminin stratejisine bağlananlar, aralarındaki 100 yıla yaklaşan “düşmanlığı” yok sayıp zaman farkını kaldırıp kol kola giriyorlar.
Kime karşı mı?
Elbette emperyalizme karşı olan halklara karşı; özgürlük, barış ve demokrasi isteyenlere karşı aynı safta yer alıyorlar.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00