12 Ocak 2012 03:49

2012’ye girerken -2

2012’ye girerken -2

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin 2012’ye, işçi sınıfı, kent-kır yoksulları, Kürtler ve Alevi inançlı kesimler başta olmak üzere emekçilere yönelik iktisadi-sosyal, siyasal ve hukuki hemen her alandaki hükümet-devlet politikalarının daha da sertleştiği bir süreçten geçerek girdiğini, sadece önceki yılın son dönemlerinde iyice belirginleşen gelişmeler göstermedi. Yeni yılın ilk günlerindeki gelişmeler de bunun böyle olacağına işaret etmektedir. Hükümet-devlet “başkanı” sıfatlı kişilerin olaylar ve gelişmeler üzerine yaptıkları açıklamalar, hükümet sözcülerinin burjuva muhalefeti dahil kendi politikalarıyla uyumsuzluk içindeki kesimlere yönelik saldırılarının giderek artan dozu, polis baskınlarının ve tutuklamaların artması göstergeler arasındadır. Dahası da söylenmelidir: hükümet, parlamentodaki görüşmeler sırasında muhalefet sözcüleri ve milletvekillerinin konuşma sürelerini sınırlama hazırlığı içindedir. Meclis komisyonlarındaki tasarıların hükümetin isteği yönde sonuçlanması için değişiklikler yapılacağı açıklık kazanmıştır.  Sözüm ona parlamenter demokratik sistem olduğu üzerine bolca vaaz verilen bir sistemin burjuva muhalefet partisi başkanının, neredeyse tüm AKP ve Fethullah Cemaati muhaliflerinin zindanlara doldurulmasına dönüşen bir “dava”nın hukuki mantığına eleştiri getirmesine dahi tahammül edilmemiş, “bağımsız” olduğu üzerine demagojik söylem ötesinde en küçük ibare bulunmayan hükümet yargısı ve savcıları, soruşturma için “fezleke” hazırlamışlardır. Başbakan, “yapılması gereken yapılmıştır“ diyerek “fezleke”yi desteklemiştir. O, hükümetin “başı” olarak, kendilerine yapılanın hesabının sorulduğunu açık açık söylemekte, kitlesel boyut kazanmış gözaltı ve tutuklamalar öncesinde “suç dosyaları” üzerine açıklamalar yapmaktan çekinmemektedir.  Kürtlere karşı kitlesel gözaltı ve tutuklamalar devam etmekte, “silahlı ve silahsız“ Kürt muhalefetinin bastırılması için hükümet ve onun tarafından yönetilen ordu kurmayı askeri-polisiye politikaları sürdürmedeki mutabakatını açıklamış bulunmaktadır. Hükümet sözcüleri, ABD ile “tam bir anlaşma içinde” hareket ettiklerini defaten (birçok kez tekrarla) söylemekten kaçınmamışlardır. Hükümet, Maraş ve Sivas katliamı yıldönümü vesilesiyle bir kez daha gündeme getirilen “faili meçhul cinayetlerin ve kitle katliamlarının soruşturulmasına karşı tutumunu sürdürmektedir. Mecliste bu konuda soruşturma açılması için verilen önergeler  AKP oylarıyla reddedilmiştir. Gözaltındaki gazeteci sayısı 97’ye çıkmış, burjuva basınının hükümet politikalarına mesafeli ya da eleştirel yaklaşan kesimi üzerindeki baskı yoğunlaştırılmıştır. Başbakan, kendi hükümetinin politikalarını eleştirenleri açıktan tehdit etmektedir. Barıştan, hak eşitliğinden, inanç ve vicdan özgürlüğünden söz edenlere karşı yasakçı politika sürdürülmekte, mahkemelerde Kürtçe’nin “bilinmeyen dil” olarak görmezden-duymazdan gelmesi “ortaoyunu” devamla yinelenmektedir.
Eğitim ve sağlık emekçilerine yönelik saldırılar yoğunluk kazanmış, hakları için mücadeleye yönelen kamu çalışanı emekçilerin yıldırılmaları için baskılar artırılmıştır. Milli eğitim politikasının hükümetin mensubu bulunduğu dini-politik görüşler doğrultusunda yeniden dizayn edilmesi, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri öğrencilerinin sayısal artırılması ve devlet kademelerinde, bürokratik aygıtın üst mevzilerinde konuşlandırılmaları çalışmaları hızla devam etmektedir.
2012 Bütçesinin neredeyse tamamına yakınının halk kitlelerinin üzerine vergi yükü olarak yıkılması, 277 milyar liralık verginin yüzde 67’sinin (yaklaşık  210 milyar) halktan toplanması karar altına alınmış, zamlar birbirini izlemeye başlamıştır. TÜİK’in açlık sınırını 800 liranın üzerinde tespit ettiği bir zamanda asgari ücret 700 lira olarak belirlenerek milyonlarca insana açlık koşullarında yaşama zorunluluğu dayatılmıştır.
İşte tam da böylesi gelişmelerin olduğu ve Uludere-Roboski’de 35 Kürt gencinin topluca ve hava bombardımanıyla katledilmesinin yarattığı tepkilerin giderek yükselmekte olduğu bir dönemde, Genelkurmay eski başkanı orgeneral İlker Başbuğ, “silahlı terör örgütü yöneticiliği” suçlamasıyla tutuklanmıştır.
Bu tutuklanmanın farklı toplumsal kesimler tarafından farklı şekilde değerlendirilmesi doğal olmakla birlikte, bunu “sistemin demokratikleştirilmesi yolundaki ilerlemenin önemli bir işareti“ sayan anlayışların hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.  İşçi sınıfına, tüm emekçilere, Kürtlere ve sistem muhalifi ilerici kesimlere karşı on yıllar boyunca baskı ve şiddetin ilk sıradaki temsilcisi olarak faaliyet yürütmüş bir kurumun bazı yöneticileri ve mensuplarının tutuklanması ya da cezalandırılmasının,  baskı gören kesimler içinde olumlu karşılanması ile, günümüz Türkiyesi’nde yaşananların hangi politikanın ve gelişmelerin ürünü olduğu farklı şeylerdir.  Ergenekon davası ve generallerin tutuklanmasını sağlayan politikaların, esas olarak iktidar kavgası içindeki burjuva kesim ve güçler arasındaki çatışmaların ürünü olduğunu açıktır. Burjuva klikler arası çatışmalardan halklar yararına sonuçlar, tarihte örnekleri görüldüğü üzere  ancak işçi ve emekçilerin bu güçlerin zaaflarından da yararlanan mücadelesinin yükselmesiyle mümkün olabilmektedir.  Günümüzde yaşanan ise, hükümet ve partisiyle ona güç veren ABD ve orada korumaya alınmış Fethullah Gülen tarafından yönetilen güçlerin, bu iktidar kavgasındaki başarılarını sürdürmek üzere, bu türden gözaltı ve tutuklamaları, kitlelerin ve liberal muhalefetin  yedeklenmesini de sağlamak üzere kullanması ve halkın duygularının istismarından ibarettir.  
AKP ve iktidarının teşkil ettiği kamp güç gösterisindedir, saldırgandır, hak ihlalcisidir, otoriter politikaların şiddetle temsilcisidir ve antidemokratik siyasetini giderek yoğunlaştırmaktadır. Devleti kurumsal olarak elinde tutan AKP ve Fethullah örgütü, ekonomik-sosyal ve politik alanda, emekçi yaşamının daha da zorlaştırılacağı uygulamaları sürdüreceklerini açığa vurmuştur. Gerekli olan ise, hak mücadelesini yükseltmek/ilerletmektir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa