Adalet Bakanına açık mektuplar
Adalet Bakanı, 8 Aralık 2011 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmeleri sırasında, ayrıca yurt içi ve yurtdışındaki çeşitli toplantılarda yaptığı açıklamada, “neden çok sayıda gazetecinin terörist suçlamasıyla tutuklandığını” irdelemek yerine, TGS’nin, 93 meslek örgütünün belirlediği ölçütlere uygun olarak izlediği vakalar üzerinden polemiğe kalkışmıştı.
Şöyle diyordu Adalet Bakanı: “63 kişiyi gazeteci olarak tanımlayabilecekseniz ben size bir kaç örnek vereceğim. Birinci sıradakini söylüyorum: Polis memurundan gasp ettiği silahla bir kişiyi öldürmek, polisle çatışmaya girerek ateş açmak. (…) İkinci isim: Bir kişinin kaçırılarak örgüt evine götürülmesine katılmak, eylem sırasında tabanca ve sahte polis kimliği kullanmak, TEM şubesinde görevli polismiş gibi davranmak, yasadışı örgüt üyeliğine mensubiyet. (…) Üçüncü isim: Yasadışı silahlı … terör örgütünün üst yöneticisi olmak. Polis aracına silahlı saldırı yapmak, örgüt adına banka soymak. (…) Bütün bunlar gazeteci olarak önümüze getiriliyor ve ‘Türkiye’de gazeteciler hapishanede’ deniliyor.”
***
Adalet Bakanlığı’nın 25 Ağustos 2011 tarihli basın açıklamasının eki olarak internet sitesinde yayımlanan tabloda yazılı olan suç isnatlarıyla kastedilen kişiler sırasıyla Erdal Süsem, Erol Zavar ve Mehmet Yeşiltepe’ydi.
Adalet Bakanlığı, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na gönderdiği 5 Ağustos 2011 tarihli resmi yazıda, söz konusu kişiler hakkındaki “resmi suçlamaları” daha farklı içerikte sıralamıştı: “Erdal Süsem ve Erol Zavar: Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak”, “Mehmet Yeşiltepe: Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmak.”
***
Her şeyden önce, TGS’nin izlediği vakalar, bu kişiler hakkında yukarıdaki suçlamalarla açılmış eski tarihli davalar değildi. Erdal Süsem’in “Eylül” dergisindeki röportajlarından dolayı; Erol Zavar’ın Odak dergisindeki yazılarından dolayı; Mehmet Yeşiltepe’nin ise Devrimci Hareket dergisindeki görevinden dolayı haklarında açılmış davalar ve tutuklama kararları üzerine bu kişilerin dosyaları TGS ve diğer meslek örgütleri tarafından izlemeye almıştı.
Ancak bu kişilerin -izleme alanımız dışında dahi olsa- spekülasyon konusu yapılan diğer adli suçlarla ilgili dosyalarında da bazı sorunlar olduğu kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Gazeteci Erdal Süsem’in eşi Eylem Süsem ve babası Halil İbrahim Süsem ile gazeteci Mehmet Yeşiltepe’nin avukatı Erman Öztürk, meclis çatısı altında yapılan bu ithamları; yine meclis çatısı altında, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur’un desteğiyle 10 Ocak tarihinde düzenlenen basın toplantısında yanıtladılar.
Artık ben de, Erdal Süsem’in ve Mehmet Yeşiltepe’nin Adalet Bakanına gönderdiği açık mektupların birer özetini kamuoyuyla paylaşabilirim…
***
Erdal Süsem:
“Sayın Sadullah Ergin, … beni kastederek; ‘Gazeteci dediğiniz, bir polisin silahını gasp etmiş, bu silahla gidip birini vurmuş’ dediniz. Bu ifadenizi hangi delile, bilgiye dayanarak söylediğinizi bilmiyorum ama ‘yargılanıp’ hüküm aldığım dosyamı incelemediğinizi açıkça beyan ederim. (…)
Şefkat ve şefaat beklentisinde de değilim. Yalnızca gerçeğe hürmet etmenizi ve kâğıt üzerinde de olsa hukuki normlara bağlı kalmanızı istiyorum.
Polis silahını gasp ettiğimi söylüyorsunuz. Bu içerikli bir iddia, 21 Mart 2000 tarihinde beni gözaltına alan TEM Şube polislerinin hazırladığı fezlekede ve tutuklanmamın ardından iddianameyi hazırlayan savcılık makamının iddiaları arasında bulunmazken, siz neye dayanarak bu denli kesin bir yargıyla konuşuyorsunuz?
Ortada bir polis silahı bulunmakta, bu doğru... Ama bu silahı benim gasp ettiğime dair somut tek bir kanıt yok. Mevcut deliller aleyhime değil, lehimedir. (…)
Silahı gasp edilen polis memuru, olayın vuku bulduğu semtteki polis karakoluna gidip; silahının gasp edildiğini bildirip eşkâl tarifi veriyor. Bu eşkâl tarifiyle uzaktan yakından ilgim yok. Aradan geçen belli bir zaman sonra, hiçbir tanışıklığımın olmadığı, aynı sokaktan geçme ihtimalimin bile az olduğu bir şahıs, bir örgüt operasyonunda gözaltına alınıyor.
Burası mühim. Bu şahıs, benim yargılandığım örgütten dolayı değil, başka bir örgütten dolayı gözaltına alınıyor. Polis bu şahsa; “Erdal Süsem’in, TKP (ML) örgütünün yöneticisi olduğuna, çeşitli eylemler yaptığına dair ifade vereceksin” baskısını yapıyor. (…)
O silahı gasp edilen polisi bulup, silahını benim gasp ettiğimi söylemesini istiyorlar.
(…) Yaklaşık altı ay sonra gözaltına alınıp TEM Şubesine götürüldüğümde, silahı gasp edilen polis memuru teşhis için çağrıldı. Teşhiste, beni tanımadığını, silahını gasp eden kişinin benim olmadığını beyan etti. Sizin “Polis silahını gasp etmiş” dediğiniz hadise bu. Polisin lehime tutanağı dosyada mevcut... Hâlâ ‘polis silahını gasp etmiş’, diyecek misiniz?
(…) Lehime deliller bulunmasına rağmen çıkarıldığım hâkimlikte tutuklandım: Polis silahını gasptan ve adam öldürmekten tutuklanmadım. İşkence ve baskıyla üzerime verilen ifadeden dolayı, örgüt üyeliği ve örgüt adına para toplamak/almak suçlamasıyla tutuklandım. İddianame de bu doğrultu da açıldı. (…)
Örgüt adına para aldığımın suçlamasına dayanak yapılan kişi, yine mahkeme heyeti huzurunda; beni tanımadıklarını, böylesi bir olayın da olmadığını söylediler. (…)
Tahliye olacakken … savcı görevden alınıp yeni bir savcı verildi. İddianame yeniden hazırlanıp, örgüt üyeliğinden “Anayasal düzeni silah zoruyla bozmak” içeriklendirmesiyle sıfatlandırılan meşhur müebbet hapis maddesi 146/1’e yükseltildi. (…)
Yeni savcı, sizin dilinize doladığınız silaha dayanıp, … adam öldürme eylemiyle yargılanmamı istedi. (…)
Benim, bu eylemi yaptığıma dair şube, savcılık/hakimlik ve mahkeme mercilerinde beyan yok, parmak izi ve diğer DNA bulguları yok, tanık ifadesi yok… Tek başına benimle ilgisi olmayan bir silahın balistik raporu... (…)
Maktulün eşinin olay yerinde yazılı ifadesi bulunuyor. Bu ifade de, eşini vuran kişinin; kilolu, kelli felli/iriyarı ve uzun boylu olduğunu belirtiyor. Ben ise minyon, 1.65 boyunda ve zayıf bir yapıya sahibim. Bu bariz lehime delil bile, tek başına suçlamayı çürütüyordur. Buna rağmen,… 12. ACM Heyeti, bağlı olduğu hukuku kuşa çevirerek bana “müebbet” cezası verdi. (…)
Yargıtay, dosyayı “verilen hükümle maddi delil durumu uygun değildir” gerekçesiyle bozdu. Yerel mahkemede yeniden yargılanıp mütalaa sonrasında, aynı hüküm Yargıtay’ın ilam gerekçesine ters düşerek verilmesine karşın, yedi buçuk yıllık uzun tutukluluğun ardından tahliye edildim.
Sayın Sadullah Ergin, yıllarca “kaçma şüphesiyle” tutukluluğumun devamına karar verildi. Tutukluluk süresi infaza dönüştürüldü. Tahliye olunca (13.06.2007), yeniden işi kılıfına uydurarak tutuklayıp cezanın onaylanacağını öngörmeme rağmen … yurt dışına çıkmadım. Editörü ve sorumlusu olduğum Eylül Sanat Edebiyat Dergisi’ni yayımlama ve sanatsal-edebi aktivitelerime devam ettim. Ailemin ve dostlarımın tüm ısrarlarına rağmen, ne adresimi değiştirdim, ne de bu ülkeden gitmeyi düşündüm. Neden gitmediğimin yanıtı, delikli pabuçlarıyla kanlar içinde yerde yatan “ahbarik” Hrant Dink’in öyküsünde saklıdır. Gitseydim, kaçsaydım bugün burada olmazdım. Ama özgür bir insan da olmazdım. (…)
Tahliye olup tutuksuz yargılandığım dosyayı, Yargıtay yeniden aynı saiklerle esastan bozup, yerel mahkemeye geri gönderdi. Yerel mahkeme, yargılamasını yapıp kararında direndi. Hâlbuki üst mahkemenin kararına uyması gerekiyordu.
Olan oldu, 1 Şubat 2010 tarihinde, … yeniden başka bir örgüt suçlamasıyla gözaltına alıp tutukladım. Delil olarak sunulanlar, tam da “ileri demokrasi” örneği: Eylül Sanat Edebiyat Dergisi adına hapishanelerden (bunlar hapishane mektup okuma komisyonu tarafından okunup denetlenerek gönderiliyor) gelen kartlar ve mektuplar, hemen hemen her kitapçıda bulunabilecek sosyalist yayınlar, Eylül Dergisi adına yaptığım görüşmeler… (…)
Hala, “Polis silahını gasp etti, bu silahla birisini vurdu” mu diyeceksiniz? Gerçeği çarpıtmaya, manipülasyona neden gereksinim duyuyorsunuz ki?”
Mehmet Yeşiltepe:
“Sayın Adalet Bakanı;
Doğrudur Sayın Bakan; ben sizin Başbakan’ınız ve pek çok milletvekiliniz gibi bir dönem yargılandım. Ancak o yargılama, üşenmeden titizce incelendiğinde, sözünü ettiğiniz eylemlerden biri gerçekleştiğinde hapishanede, diğeri gerçekleştiğinde ise askerdeydim.
(…) Ne var ki mahkeme süreci çok uzun sürdü, … aldığım ilk cezada hiçbir eylemle ilişkilendirilmediğim halde Yargıtay davayı lehime bozdu.
(…) Tahliye olduğum ve dışarıda yaklaşık 10 yıl geçirdiğim bahsettiğiniz dava sürecinde, bir trafik suçu dahi işlememiş olmama rağmen, Yargıtay süreci tekrar yaklaştığında, komik (yoksa trajik mi?) sayılabilecek iddialarla gözaltına alındım. Polis ve savcılık sorgusunda “Teknik takip beni doğrular, ne biliyorsanız ortaya koyun. Çünkü ben bu süreçte hiçbir suç işlemedim. Ve şeffaf yaşadım.” dememe rağmen, sonradan yanlışlığı kabul edilip geri çekilecek iddialarla tutuklandım. 10 ay sonrasında, tahliye edilmiş de olsam bu sürede eski davam, apar topar … onaylandı.
Biliyorum bunlar size, çok anlamlı gelmeyecektir. Bana da, beynimdeki su birikmesi nedeniyle doktor yasakladığı için hiç cep telefonu kullanmadığım halde, “telefon kayıtların var, ama gizli!” denilerek tutuklanmam hiç anlamlı gelmemişti. Yani çeşitli davalardan bildiğiniz kavramla söylersek, “sehven” çekilmiş ve sonradan bana ait olmadığı anlaşılan fotoğraflarla, olmayan telefon kayıtlarıyla suçlandım. (…)
Bir gün sizlerin de bu hukuka ve bu normlara ihtiyacınız olabilir…”
Evrensel'i Takip Et