Marksist misin, sinik mi?
Fotoğraf: Envato
Son on yıldır dünya siyasî arenasında öyle gelişmeler oluyor ki, örneğin, zalim liderler, maruz kaldıkları muameleler nedeniyle kahraman gibi görülmeseler de, vicdanların kanaması sonucunda kendilerine acımayla da dolu olsa mazlum gözüyle bakılabiliyor. Saddam’ın internete düşen idam ediliş ve Kaddafi’nin televizyondaki linç görüntüleri en tipik örnekler. Ülkeden örnek verirsem, bir zamanların kanlı bıçaklı gençleri şimdilerde yekdiğerinin hakkını çeşitli platformlarda savunma çizgisinde davranabiliyor. Ya da ideolojik karşıtlarımızla farklı argümanlarla da olsa Arap Baharı’nın Türkiye’den başladığı hususunda birleşebiliyoruz.
Siyasî olaylar karşısında böylesi durumlarla karşılaşabilse de, iktisat bilimi alanında benzer buluşmaların gerçekleşmesinden pek de söz edilebilmesi mümkün olmuyor. Fikir ayrılıkları daha iktisadın tanımı yapılırken ortaya çıkıyor. En temel kavramlar üzerinde bile fikir birliği gerçekleşmeyebiliyor. Bu durum ünlü iktisatçı P.A. Samuelson tarafından şu şekilde ifade edilmiş. ‘Parlamento altı iktisatçıya fikir danışsa, yedi cevap gelirdi-ikisi, hiç şüphesiz kolayca fikir değiştiren Keynes kaynaklı olurdu’.
Yaşanan fikir ayrılıklarının Marksist ve burjuva iktisatçıları arasında olması doğal. Ancak, her iki cenahın kendi içlerinde fikir ayrılığına düşmesi, iktisat biliminin doğası gereği ya da bir toplumsal bilim olması, gelişmeleri algılama ve değerlendirme farklılığı temelinde olmasından dolayı olduğu söylenebilse de, yine de tartışılabilir bir husustur. Buna karşın, hangi cenahtan olursa olsun fikir birliğine varılan konuların teknik meselelere dayalı yani ideolojik temellerden arî oldukları görülür. Ancak, öylesine kavramlar ve gelişmeler var ki, hele de 21. yüzyılın dünyasında yaşanan iktisadî olayları açıklamada münhasıran kullanılması uygun olmuyor. Bunun bir örneği, iktisadî olayların münhasıran arz-talep ilişkisi çerçevesinde ortaya konmasıdır. Analize buradan başladığınızda iktisadî sorunlara çözüm getirmekten uzaklaşmış oluyorsunuz. Buna karşın, iktisadı; üretim ve bölüşümün toplumsal kanunları, üretim güçleri, üretim ilişkileri, sınıf ilişkileri temelinde ele alırsanız, bu kez de münafık, ajan provokatör, propagandist ve hatta terörist olarak fişlenmeniz mümkün. ‘Uyandırmamak’ istiyorsanız yegâne çare, iktisadî olayları burjuva iktisatçıları gibi arz-talep çıkmazıyla ele almanızdır. Ancak, bu ifadelerimden hareket edip de, iktisadın bir işe yaramadığı gibi sonuca varmayın. Çıkarsanacağı gibi, iktisadın ve iktisat bilmenin yararlığı, en azından bana göre, benimsediğiniz iktisat öğretisine göre ve kişiden kişiye değişir. Toplumsal yararlığı ise dünya görüşünüz temelinde insana bakış açınıza bağlıdır.
İktisadın öğrenilmesine ilişkin aklıma Piç Keynesyenler’in (Bastard Keynesians-Hidrolik Keynesyenler) öncüsü olan Joan Robinson geliyor. Robinson, iktisat öğrenmemiz gereğini, iktisatçıların bizleri aldatmasını önleme temeline dayandırıyor. Esasen, bir merd-i burjuva iktisatçısı olarak bir taraftan şecaat arz ediyor, diğer taraftan da sirkatin söylüyor. Çizgisi belli olmasına rağmen yine de kendini tutamayıp (arada bir burjuva iktisadını eleştiren burjuva iktisatçıları da çıkar), mealen ‘burjuva iktisatçılarının yalanlarını, burjuva iktisadının ne menem bir şey olduğunu öğrenerek kabullenelim yani hiç değilse salak numarası yaparak inanalım ama salaklaşmayalım’ demeye getiriyor. Doğru söze ne denir!
Hâl bu iken, herkesin iktisadı öğrenme zorunluluğunun olup olmadığını da sorgulamak gerekir. Akademisyen iktisatçıları ve mesleklerini kutsamak gibi değerlendirilmesin ama iktisat o kadar da kolay öğrenilmiyor. İyi niyetle birkaç yıl yoğunlaşarak iktisat öğrenmeye çalışmanız ve ahkâm kesmeye girişmeniz akla ziyan bir durum ve bertaraf edilmez sonuçları beraberinde getirmesi kaçınılmaz. Yarım yamalak iktisat öğrenmenin peşi sıra fikir beyan etme girişimleri engellenebilecek olsa da, esasen iktisadı bildiğini ileri sürenlerin bilmeden ya da taammüden iktisadî bilgi kirliliğiyle kitlelerin akıl sağlığına zarar vermelerinin önünün kesilmesi gerekiyor. Bu nedenle, iktisadı tam anlamıyla öğrenme imkânınız yoksa ve fakat aldatılmak da istemiyorsanız, iktisadî ilişkilere Marksist ya da hiç değilse radikal ya da eleştirel perspektiften bakmanız yeterli olmasa da, gerekli.
Oscar Wilde şu soruyu sorup, cevaplıyor. ‘Kime Marksist denir? Marksist, her şeyin değerini bilen ama hiçbir şeyin fiyatını bilmeyen kişidir’.
Ben Fine zarif bir Marksist iktisatçı. Edit ettiği The Value Dimension adlı kitapta Oscar Wilde’a verdiği cevabı kibarca ‘Oscar Wilde’ın affına mağruren’ diyerek sonlandırıyor. Öncesinde ise şunu söylüyor Fine:
‘Her şeyin fiyatını bilmesine rağmen hiçbir şeyin değerini bilmeyen siniktir’.
Akıl da senin, yürek de.
Selâm ola.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00