İlkel toplumlar ve demokrasi
Fotoğraf: Envato
Değerli okurlarım hiç sizi yormadan, yazıda işlemeye çalışacağım ana fikri ilk cümlede ifade etmeme izin veriniz lütfen. Fikir şu: İlkel toplum yapıları demokrasi kurum ve kuralları ile bağdaşamaz; bu tür toplumlardaki yönetim biçimi demokrasi olamaz. Bu tür toplumlardaki geleneksel yapılar ileri ülkelerden aktarma kurumlarla dönüştürülmeye çalışılsa da başarı sansı fazla yüksek değildir. Söz konusu başarısızlık özellikle de güçlü ekonomik hamlelerin yapılamadığı dönemlerde kesin sonuç şeklinde karşımıza çıkar. Öyle düşünüyorum ki, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı durum da, maalesef, böyle bir yapı özelliği taşımaktadır.
Bu yazı boyutunda fikrimi açıklayabilmem için önce demokrasi kavramından ne anladığımı belirtmem gerekiyor. İlkel toplumlarda demokrasi sadece şekilsel görüntüsü ile anlaşılmakta ve basit oy meselesine irca edilmektedir. Oysa gerçek anlamı ile demokrasi, toplumun her bir bireyinin siyasal kararları ve oluşumları anlama yeteneğinde olarak ya da böyle bir ortamın üniversiteler ya da özgür fikir ortamlarınca sağlandığı koşulda hür iradesi ile siyasal tercihini yapabileceği ortamdır. Cumhurun siyasi tercihinin değeri böyle bir ortamın varlığı ile orantılıdır.
İfade edilen böyle bir ortamın oluşabilmesi için toplumun bireylerinin ve kurumlarının “köleleştirilmiş yığınlar” halinde değil, “özgür katılımcılar” olarak örgütlenmeleri ve siyaseti hedeflemeleri kaçınılmaz koşuldur. Bu noktada önce şöyle bir soru soralım ve bir saptama yapalım. Gelişmemiş kapitalizm köleleştirilmiş toplum yığınlarını mı, yoksa özgür katılımcıları mı tercih eder. Bu sorunun yanıtını bir yüzyıla yaklaşan demokrasimizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hâlâ kırılamayan feodal yapıların analizi acı bir şekilde vermektedir. O yöre milletvekillerinin parlamentoda toprak reformuna yönelik ya da feodal yapıyı yıkmayı amaçlayan herhangi bir önlemi gündeme getirdiği görüldü mü? Tam tersine, zaman zaman gündeme getirilen toprak reformu çabaları hemen tüm sağcı partiler ve liderler tarafından “tapular deldirilemez” sloganı ile rafa kaldırılmadı mı? 1961 Anayasa reformları çerçevesinde ülkemize davet edilen Ünlü İktisatçı Kaldor toprak mülkiyetine dokunan rapor hazırlarken kovuldu da, İngiltere’den göndermiş olduğu rapor yasaklanarak bakanlık raflarında tozlanmaya kaldırılmadı mı?
Burjuvazinin ve onun yönlendirdiği sağcı siyasîlerin niçin feodal yapıları kolladığı ise ortadadır. Feodal yapılarda ağaları besleyen güçler, ağalar üzerinden büyük kesimlere hakim olur ve onları istediği yere sürükler. Söz konusu ağalar karşısında bireyler ya boğaz tokluğuna ya da “kanaat önderi” safsataları veya dini lider sıfatlarına kanarak boyun eğerler. Böylece yığınlar ucuza kapatılabilir. Başka bir deyişle, sistem binlerce hatta milyonlarca atomize ve çıkarı konusunda fevkalade bilinçli ve kararlı bireyle uğraşmak ve bunları ikna edebilmek için ağaya tahsis edilenden çok daha fazla kaynağı mobilize etmek zorunda kalmadan kendi yolunda ilerleyebilir. Gariptir ki, böyle toplumlarda da seçim yapılır, parlamento oluşturulur, ama gerçek anlamda demokrasiden söz edilemez. Aynı sorun, emekçilerin hakkını aradığı ve organlarının göstermelik seçimle işbaşına geldiği emekçi örgütlerinde de yok mu? Var, çünkü onların sistem içindeki görevi de sermayeye cepheden saldırmadan, mücadele ediyor görüntüsü altında, üretimden ancak geçimlik pay almaktır.
Cemaatleştirilen toplumlar kanser dokusu gibi, birbirine kenetlenir ve muhalefet gelişimini engeller. Böylesi kenetlenmiş toplum bireyleri hiçbir dış algılama yapmadan liderlerinin mutlak emrine girer. Oluşturulmuş “Eleştiri savma dokusu” içinde her türlü yetkiyi uhdesine almış olan liderler mutlak serbesti içinde manevra alanına kavuşur. Böyle bir yaklaşım yapmadan, günümüzdeki siyasetin aksadığı noktanın muhalefet eksikliği olduğu savı, doğruluk payı taşımakla beraber, bir yönü ile eksiktir.
İlkel toplumlarda liderler içe karşı serbesttir, çünkü karşıt güçler yoktur. Ancak dış dünyada işler başka türlü seyreder, çünkü orada güçler farklıdır ve içte lider olan güç, bu özelliği ile dış güçlere olağanüstü manevra alanı sağlar. Uluslararası siyasette merkez devletin çevre devletlere hükmetme açısından, bir kişiye muhatap olması büyük bir nimetidir. İçte işlerin anlaşılmaması ve liderin içeride gücünün korunmasının sağlanması, doğal olarak, merkez lidere bir bedel getirir, ancak bu bedel çevre ülkede olası bir gerçek demokrasi durumunda olabilecek bedelden çok hafiftir. Bu bedel bazen çevre liderini uluslararası arenada övmek, bazen fahri unvanlarla taltif etmek gibi gayri maddi alanda olabileceği gibi, çevre ekonominin bazı ekonomik sıkıntıların giderilmesi gibi maddi alanda da olabilir.
Türkiye dünyanın merkezinde olduğu gibi, dört yanlı açılımı ile de fevkalade stratejik konumdadır. Türkiye’nin etrafı emperyalistler için düzenlenmesi gereken arazi olduğu kadar, emperyalistlerin çatışmalarına da neden olabilecek şekilde netamelidir. Hal böyle olunca Türkiye kendi haline bırakılmadan, emperyalistlerce ustalıkla yönlendirilmesi gereken durumdadır.
Geçen hafta başladığım konuya bu eklemeyi yaptıktan sonra, varış yerine haftaya ulaşmak üzere, güzel günler!
- Faciayı salt sorumsuzluk olarak görmek yetersizdir 25 Ocak 2025 04:22
- 2025 acaba nasıl geçecek? 18 Ocak 2025 05:30
- Ekonomik kriz çevrimleri ve emek 12 Ocak 2025 04:51
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57