2012’ye girerken -3
Fotoğraf: Envato
AKP hükümeti, içerde ve bölge düzeyinde sürdürdüğü saldırgan ve savaşçı politikayı giderek yoğunlaştırıyor. AKP’ye, bu saldırgan politikaları pervasızca uygulama cesaretini veren başlıca iki dayanak var: Dış ve iç sermaye; özellikle de Amerikan emperyalizmi desteğindeki devlet aygıtını elinde bulundurması; ve duygu, inanç, gelenek ve taleplerinin istismarı üzerinden yedekleyebildiği, tutumlarında hâlâ belirgin bir değişme olmayan azımsanmayacak kitle desteği. Erdoğan başta olmak üzere hükümet yöneticilerinin, CHP’nin başlıca temsilcisi olduğu burjuva parlamentarist muhalefete, “Silahlı ya da silahsız olmasının artık önemsiz olduğunu” ilan ettikleri Kürt hareketi ve mücadelesinin tüm unsurlarına ve siyasal demokratik haklardan yana tutum alan aydınlara, parti ve örgütlere; hakları için mücadeleye yönelen işçi, emekçi ve gençlere karşı sınır tanımaz saldırgan açıklamalarının anında polis, asker ve savcı operasyonlarına dönüşmesini sağlayan bu dayanak ve destektir. Hükümet sözcüleri, bakanlar, genel müdürler, polis ve özel savaş birliklerinin şefleri, “Hocaefendi”nin rütbeli güçleri, üniversitelerdeki ve diğer öğretim kurumlarındaki din ve milliyetçilik bezirganları; tümü, burjuva muhalefeti dahil tüm muhalif güçlerin sindirilmesini istemekle kalmamakta; her bir kurumun yöneticileri ellerinden geldiği kadarıyla kendi sahalarında bu politikayı uygulamaya çalışmaktadırlar.
Başbakan ve ABD emperyalizminin Beyaz Saray temsilcileri arasındaki, “Bölgede kime nasıl, ne zaman ve hangi araçlarla saldırılacağı” üzerine askeri-politik diplomasi trafiği, ülkenin “büyüklüğü ve gücü”nün göstergesi sayılmaktadır. Hükümet sözcüleri, Amerikan politikalarının yön verdiği ilişkileri, parti ve hükümetlerinin gücü olarak reklam etmekte; neredeyse her gün, ABD ile “En iyi ve en verimli dönemi yaşıyoruz” nakaratını yinelemektedirler. Erdoğan, Irak’taki Amerikan ordusunun “daha uzun yıllar” orada kalmasından yana olduğunu açıkladı. Türkiye’nin ABD’nin politikalarına itiraz eden ülkelere yönelik NATO operasyon merkezi ve füze üssü haline getirilmesi başka etkenlerle birlikte bir savaş nedenidir. İran, Suriye ve Rusya’dan sonra, Irak yönetimi de, Türk hükümetinin politikalarını tehdit olarak algıladığını açıkladı. Cezayir başbakanı, AKP Hükümetini, “Cezayirlilerin kanı üzerinden ticaret yapmak”la suçladı. Hükümet gazetecileriyle Fethullah Gülen’in piyasa sözcüleri, Suriye yönetimini devirmenin, Türkiye’nin bölgedeki rolünün sürdürülmesi için koşul olduğunu yazıyor; “Esad’ın Şam’da oturmaya devam ettiği bir senaryo Türkiye’yi bölgesel politikada ‘kağıttan kaplan’a dönüştürecek, ‘düzen kurucu’ rol oynadığı iddiasını gülünç hale getirecek” diyerek niyet ve gerekçeyi açıkça ortaya koyuyorlar. Suriye’ye karşı emperyal politika, Suriye’nin “Kendi vatandaşlarını acımasızca katleden bir yönetime sahip” olduğu gerekçesine bağlanırken, Kürtlerin üzerine bombardıman uçakları gönderilip toplu katliamlara girişilmesi ve örgütlü-mücadeleci muhalefet bırakmama politikası “Teröre karşı demokrasi savaşı” olarak gösteriliyor.
ABD emperyalizminin çıkar ve politikaları temelinde ‘yeniden yapılandıran’ sistemin Ergenekonculuğu, AKP ve Gülen cephesi militanlığı temelinde yenilendi. Özel Harp Dairesi-kontrgerilla, JİTEM gibi organizasyonlar, teşhir olmuş elemanları değiştirilerek daha da sağlamlaştırıldı. Bunların “sivil kurumlar”daki yapılanması teknolojik imkanlarla güçlendirildi. “Güvenlik önlemleri” adı altında tüm yurttaşların yaşamının her alanı istihbarat şebekelerinin ve tarikatçı-milliyetçi şoven çetelerin kontrolüne sokuldu. 6-7 Eylül olayları, 1 Mayıs 77, Maraş Katliamı ve Bölge’deki özel savaş kapsamındaki cinayetlerin failleri, en azından bu “operasyonlar”ın organizatörleri olarak isimleri açığa çıkanlar dahil, korunmaya devam ediliyor. AKP-Fethullah Cemaatinin polis birlikleri, üniversitelerdeki ve ortaöğretimdeki, yargıdaki ve Diyanet İşlerindeki militanları, baskı, terör, yıldırma operasyonlarıyla halkın sindirilmesi politikasını, M. Kemal’in işgal karşıtı ve burjuva modernist-laisist politikalarını suçlu ilan etmeye kadar genişlettiler. Prof. etiketi taşıyan ve halkın bombalarla, topyekün saldırılarla teslim alınmasını savunan “bilim” kasapları, üniversitelerde “insan hakları” üzerine vaaz verebiliyorlar. Okullarda Kürt, Ermeni, Rum düşmanı söylevler verilmekte, mahkemeler “Bin yıldır birlikte yaşıyoruz” diye ırkçı söylemi güçlendirmek üzere demagojisi yapılan “Kürt kardeş”(!)in Kürtçesini “bilinmeyen bir dil” hanesine yazmaya devam ediyorlar. Erdoğan ve başdanışmanı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve tarikatçılığıyla ünlü “Kürt asıllı”(!) Hüseyin Çelik, Adalet Bakanı, hükümet sözcüsü olarak görevlendirilmiş politikacı ve bakanlar, kimi illerin kendini sıkıyönetim komutanı gören valileri, halka karşı terörist politikanın daha da sertleştirileceğini söylemekte sakınca görmüyorlar.
İçinde bulunulan dönemin politik görünümü kısaca böyledir. İşçi sınıfına, kent yoksullarına, kamuda çalışan emekçilere yönelen saldırılar üzerinden eklenecek çok şey söylenebilir, ama “manzarayı umumiye”nin yönetim yanında ilk görüleceklerin başında bunlar geliyor. Peki ne yapılacak? Durum umutsuz mu?
Kuşkusuz değil! Ülkenin “karanlık dönemleri” üzerine çok şeyin birçok kez söylendiği bir ülkede yaşıyoruz. Ama halktan insanların, işçi gruplarının, ilerici aydınların, hakları için ve ülke halkının mahkum edildiği duruma karşı isyan duygularıyla dolu genç kuşakların bu gibi karanlık baskı dönemlerinde dahi bütünüyle susturulamadıklarına, susmadıklarına da tarihimiz tanıklık ediyor. Bu günün en önemli farklılıklarından biri ise, baskı ve emperyalist kuşatmaya karşı en diri, en mücadeleci siyasal pratikleri gösteren Kürtlerin, şovenist milliyetçiliğe, antidemokratik gerici yönetim politikalarına karşı yükselttikleri ve sürdürmeye devam ettikleri ilerici direniştir. Sindirme amaçlı gerici ve terörist saldırıların en fazla Kürtleri hedeflemesinin nedeni buradadır.
Türkiye’de ilerici, demokrat devrimci, sosyalist güçler dahil işçi ve emekçilerin güncel en önemli sorunu, farklı alanlarda, birbirlerinden ayrı yürümekte olan muhalefet hareketleri ve mücadelenin, sermaye ve hükümetiyle onun ardındaki Amerikan emperyalizmine karşı birleştirilmesini henüz başaramamış olmasıdır. Bu “handikap”ın aşılması zorunludur ve bunun için koşullardan biri de Kürtlere karşı barbarca sürdürülen ve amacı politik ve örgütlü Kürt bırakmama olan saldırılara açıkça cephe alınmasıdır. Kürt mücadelesini etkisizleştirmeyi başaran bir ırkçı gerici ve din bezirganı politikanın ülkeyi tümüyle tutsak alacağı ve geniş bir cezaevine çevireceğinden kuşku duyulmamalıdır. Kimse, Silivri kampındakilerin general rütbeli ve Ergenekonculukla suçlanmış olmalarına bakarak, demokrasi mücadelesi verildiği ya da saldırıların kendilerine yönelmeyebileceği hayali kurmamalıdır.Gün mücadele etme, mücadelede tüm güçleri birleştirme günüdür!
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40