Beyaz kağıdı karalamak çok kolay, ama onu silip temizlemek aynı ölçüde kolay değil.
Güç sahiplerinden yayılan bilgi kirliliği, çarpıtma, yönlendirme ve dezenformasyona karşı, doğruyu ve gerçeği geniş kitlelere ulaştırmak da bir o kadar zor.
Adalet Bakanı, katıldığı her toplantıda, her zeminde, her televizyon programında ve her demecinde, önüne getirilen tertemiz bilgileri bir çocuk edasıyla karalamaya devam ediyor.
Sayın Bakanın ardından ne kadar temizlemeye çabalasak da, kendimizi kamuoyuna duyurmada siyasi iktidarın gücüyle yarışabilmemiz mümkün değil.
Kendi çapımızda çırpınıyoruz; yüreğimizin temizliğine güvenerek sesimizi duyurabildiğimiz ölçüde haykırıyoruz: Cezaevlerindeki meslektaşlarımız terörist değildir! Hepsinin terör örgütü üyeliğinden ya da propagandasından dolayı cezaevinde tutulduğu bir gerçektir. Ancak haklarında delil olarak gösterilen tüm bulgular gazetecilik faaliyetleridir.
Ama bize sahip çıkacak bir Bakanımız yok ki Bakanlar Kurulunda bunları anlatabilsin…
***
Adalet Bakanı, “Tarafsız Bölge” programında Ahmet Hakan ve Hande Fırat’ın sorularını yanıtlarken, yeni bir tezle karşımıza çıkıverdi: “Meslek örgütleri listelerini şişirmek için dağıtımcıları da eklediler…”
Eğer gazetecilere sahip çıkan bir Bakanımız olsaydı, “Cezaevlerindeki gazeteciler listesine, dağıtımcılar ve bu meslek için alın teri döken bütün basın emekçileri eklenecek olsaydı, bu sayı 200’ü bulurdu. Eğer bu listeye yazarlar ve aydınlar da eklenecek olsaydı, sayı 300’ü de geçerdi…” derdi. Kirliliği kaynağında temizlerdi…
***
“Ekonomik Konularda Genel Koordinasyondan Sorumlu” Başbakan Yardımcısı, karşılıksız çek yazanlara hapis cezası öngören kanun maddesinin değiştirilmesi hususunda Adalet Bakanlığının hazırladığı tasarıyı Bakanlar Kurulunda savunurken, “Bu kanunu çıkarmazsak 100 bin kişi hapse girer” demiş.
Eğer kabinede, gazetecileri savunabilecek cesarette bir Bakanımız olsaydı, “bu kanunları değiştirmezsek cezaevlerindeki gazeteci sayısı 200’e, hatta 300’e çıkar” derdi.
“Bunlar, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı değil, terör örgütü üyeliğinden cezaevlerindeler” demezdi!
Gazeteci meslek örgütlerinin, bundan 7 yıl önce, “Siz bu kanunları çıkartırsanız, cezaevleri gazetecilerle dolacak” uyarısını kulak arkası eden dönemin Adalet Bakanının, şimdiki zamanda Meclis Başkanlığı makamına terfi edip, “Ben bu konunun uzmanıyım, onlar gazeteci değil terörist” dediği parlamentoda, meslektaşlarımızı savunacak bir siyasi iktidar temsilcisi yok…
***
Karşılıksız çeke hapis cezasını kaldıran kanun tasarısını hazırlayan Adalet Bakanının, Bakanlar Kurulundaki savunması daha da evrensel:
“Getirilen düzenleme uluslararası hukuka uygun. Şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde çeke hapis cezası yok.”
Gazetecilerin haklarına da sahip çıkan bir Bakanımız olsaydı kabinede, “TCK ve TMK’deki hükümler, uluslararası hukuka, evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği çok sayıda karar vardır. Üyelik için aday olduğumuz Avrupa Birliğinin hiçbir ülkesinde fikir suçlarına hapis cezası yoktur; gazeteciler mesleki faaliyetleri delil gösterilerek terör örgütü mensubu olmakla suçlanmazlar” derdi.
Ama biz gazeteciler, sahipsiziz!..
***
Kuzey Afrika şeridindeki Mısır ve Libya ile sınır komşumuz Suriye’den sonra Irak’taki “özgürlük hareketlerinin” de benim ülkemde Başbakan düzeyinde bir sahibi var:
“Siz aynı hükümette ortağınız olan diğer siyasi parti veya partilerin, bakanlarınızın evlerinin önüne tank yerleştirirseniz, (Ya da muhalefet partilerinin liderlerini, yöneticilerini gizli kameralarla görüntüler, telefonlarını dinletirseniz) herhalde kimse size adil başbakan, adil yönetim sergiliyor demez. Böyle bir saçmalık, yönetim anlayışı olur mu?​”
Ama biz gazetecilere böylesine sahip çıkacak bir Başbakanımız olmadı…
***
Ana muhalefet partisinin lideri, “Türkiye’de örtülü faşizmin ayak sesleri var!” diye uyarıda bulundu.
Başbakan ise Fransa’yı eleştirmeye kalkışırken, ana muhalefetin teşhisini “ikrar” etti, üstelik sınırlarını Avrupa’ya kadar genişleterek:
“Bu ayrımcı, ırkçı yaklaşımlara karşı tepkisiz, sessiz kalanlar Avrupa’da faşizmin ayak seslerini duymamak gibi bir vebalin altına girerler!”
Biz gazetecilere sahip çıkan bir Bakanımız olsaydı, kabinede, “Gazetecilere, aydınlara, gençlere yapılan bu zulüm faşizmin ta kendisidir” derdi…
Ama sahipsiz oldukları için, gazetecilere “terörist” diyorlar…
***
Gazeteciler sahipsiz oldukları için Sayın Başbakan, hakaret ve iftiralarını daha da öteye taşıyor: “Polis katili, tecavüzcü, darbeci,...”
Gazetecilere sahip çıkan bir Bakanımız olsaydı, “Sayın Başbakan, bu tür adi suçlardan yargılananlar bizim Adalet Bakanlığımızın listesinde yer alıyordu. TGS’nin uyarısıyla bunları listeden çıkardık. TGS’nin listesinde adi suçlarla ilgili vakalar hiçbir zaman olmadı. Onlar sadece fikir suçlarından dolayı cezaevine giren gazetecileri takip ediyorlar” diye kulağına fısıldar ve bir devlet adamının yanlışlıklar içine girmesine engel olurlardı.
***
Gazeteciler sahipsiz kalmasaydı, bunca hakaret, tehdit, baskı, şantaj, dayak, ölüm, yaralama, toplatma, yayın durdurma, yasaklama, dava, soruşturma, tutuklama söz konusu olmazdı.
Sayın Başbakan -evrensel hukuk ilkelerini göz ardı edip dinsel öğeleri kullanarak- “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” örneğini veriyor ya hep... Bir de “dilsiz uşak” vardır, bilir misiniz ne işe yaradığını?
Biz gazeteciler sahipsiziz ama şu kımıldamadan duran “dilsiz uşakların” sahibi kim?

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et