28 Ocak 2012 07:25

Misak-ı millimizden manzaralar meselesi (3)

Misak-ı millimizden manzaralar meselesi (3)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Senin de bildiğin gibi, bir zamanlar kılıç, kalkan, gürz, ok, mızrak,kargılarla at sırtlarında küffar diyarlarını hallaç pamuğuna çevirip, orası senin burası benim derken, ta Viyana kapılarına kadar dayanan cengaver bir ırkın ahvadı olan Osmanlılar, Afganistan çöllerinden Afrika’nın kuzeyine, oradan da Kırım diyarlarına kadar uzanan bilmem kaç milyon kilometre karelik bir alanda nal koşturmakla yetinmeyip, ayrıca Preveze Savaşı sonucunda da kocaman Akdeniz deryasını minik bir göle dönüştürüp, bu mavi sularda yıllarca bayrak dolandırıp durdular.
Asırlar boyunca süren anlı şanlı bu “serencam”ın akabinde, “fütuhat”larla alınan toprakların “sefahat”ler sonucunda yavaş yavaş elden çıkmasıyla parçalanan imparatorluğun ardından, bu kez onların torunlarının torunları da geride kalan toprakları kaybetmemek için Birinci Harbi Umumi’de “yedi düvel”le savaşıp, sonra da kimilerini “geldikleri gibi göndererek”, arta kalanları da elhamdülillah “denize dökerek” böylece eloğlunun “hasta adam” dedikleri dedelerinin mirasından, ya da bir bakıma onun küllerinden misakımızın milli sınırları dahilinde sil baştan bir “ulus devlet” yarattılar nitekim!
Nitekim kendisi de bir Osmanlı zabiti, daha sonra da “paşa”sı olan Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan bu cumhuriyetin bilumum halkları eskiden padişahın ümmeti, onun “kul”uyken, cumhuriyetle beraber hani deyim yerindeyse sanki nüfus atlayıp, sanki çekirge misali sıçrayıp “vatandaş”lığa terfi ederken, diğer yandan da anayasalarına ve ardı sıra da adaletin dağıtıldığı mahkeme kapılarına, gari defteri dürülüp rafa kaldırılan kargacık burgacık Arap harfleriyle değil, Latince ve yaldızlı parlak harflerle, bu “mülk”ün temelinin, “kilit taşı”nın “adalet”e dayandığını yazmayı ihmal etmediler…
Sonra “altı ok”lu bayrakların öngördüğü “inkilap”lar doğrultusunda sırtlarını şarka, yüzlerini garba dönüp, bu “pusula” tahtında “muasır medeniyet”i yakalamak için kolları sıvayıp, böylece sarık, fes, takke, külah, şalvar ve de kara çarşafları dehleyip, bunların yerine medeniyetin mütemmim cüzü diye niteledikleri fötr şapka, kasket, kravat, pantolon, etek, tayyörlerin yanı sıra, ayrıca şatafatlı “cumhuriyet baloları”nda da; frak, smokin eşliğinde vals, tango, çarliston, fokstrot falan feşmekan derken, aynı zamanda da sözde “milletin efendisi”, ama aslında ağaların “köle”si olan “köylü” halkın katkılarıyla, “birlik ve beraberlik” içinde mutlu yarınlara doğru “güya” yelken açtılar!
Güya yelken açtılar, zira, ayaklarındaki yarısı yırtık çarıklarına, ellerindeki kısıtlı imkanlarına rağmen, yine de yedi düvelle kanları pahasına el birliğiyle çarpışıp, böylece düşman “çizme”lerinin Anadolu’yu terk etmesi için çırpınan halkların, bu “unsur”ların bir kısmı; yeniden kurulan, giderek serpilen bu ulus devlet içinde ve “devlet baba”nın indinde kelimenin tam anlamıyla “asli” sıfatıyla hemen her alanda direkt ya da dolaylı yollarla “korunup kollanırken”, buna mukabil kimileri de nedense “tali”, ya da bir başka ifadeyle “dış kapının mandalı” olmaktan ne yazık ki kurtulamadılar…
Sonra?..
Sonra, henüz emekleme dönemini yaşayan cumhuriyetin kelli felli, hemi de “adalet bakanı” Mahmut Esat Bozkurt tarafından “ Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir, saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” sözleriyle 1930 yılında verdiği “fetva” mucibince sürüp gelen İttihat Terakki zihniyetinin, “katı yumurta” kıvamındaki bu “felsefe”sinin, aynı minvaldeki devamı, günümüze yansıyan aynası, belki de misakı millimizin şu sıralar içinde debelenip durduğu kaknem manzaraların başlıca nedeni midir, kim bilir…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa