29 Ocak 2012 09:42

Eleştirirken kendimize bakabilmek

Eleştirirken kendimize bakabilmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dersimiz tarihten ve olaylardan ders almak olsa idi, Fransa’nın soykırım yasasını kabulüne karşı yaptığımız eleştirileri bir kez olsun kendimize yönelttiğimizde utanabilirdik. Tartışmak istediğim konu Fransa’nın böylesi gerçekten garip, insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne yasak getiren yasayı kabul etmesini savunmak değil. Fransa’nın bu politikası karşısında yönelttiğimiz eleştirilere bakarak hem siyasilerimize hem de anayasa tartışmalarında ileri sürülen bazı anlayış sahiplerine bir çift laf söylemek istiyorum.
Fransa malum yasayı geçirince hemen Fransa’nın tarihine girdik ve Fransız İhtilali ile yeryüzüne saçılan eşitlik, özgürlük ve adalet ilkelerine sarılarak, Fransa’yı bu evrensel ilkeleri çiğniyor olmakla suçladık. Fransa parlamentosunun girişimini bizzat Fransızlar tarafından tüm dünyaya yaygınlaştırılan İnsan Hakları Bildirisi’nin ihlali olarak algıladık ve bu davranışlarından dolayı da parlamentoyu ve Fransa’yı suçladık.
Demek ki, ifade özgürlüğü bireyin öylesine kutsalı imiş ki, o olmadan birey nefes alamaz, kendisini güvende hissedemez ve toplumda özgürlük ve demokrasiden söz edilemezmiş. Bireysel özgürlüğün sağlanması ve toplumsal demokrasi ortamının oluşturulması ise siyasilerin görevidir. ABD Büyükelçisinin dahi anlamakta güçlük çektiği durumların yaşandığı, bireylerin korkularından masun olamadığı, kimin ne zaman nasıl dinlendiğinin anlaşılamadığı, amaçlanmış seçili odaklara yönelik şantaj kasetlerinin etrafa saçıldığı, Başbakanlığa bağlı Genelkurmay katının dahi dinlendiğinin medyaya yansıdığı bir ülke siyasilerinin başka ülke siyasilerine insan haklarına ve özgürlüklere riayet etmediği, düşünce ve söyleme yasak getirdiği gerekçesi ile yüklenmesi bayağı komik olmaktadır.
Bütün devrimler esnasında büyük çalkantılar yaşanır, hatta masum insanlar ya da toplumun ileri gelenleri, maalesef, kurban edilebilir. Fransa’ya saldırırken sığındığımız Büyük Fransız Devrimi’nde de benzer olaylar yaşanmış, bunlar üzerine kitaplar yazılmıştır. Ama bugün hiçbir Fransız geçmişin sıcaklığını güncelleştirerek, onun üzerinden kirli politika yapmamaktadır. Evet, her ülkenin ve her devrimin bazı çamaşırları kirlidir. Ancak, her eylem kendi tarihsel koşulu içinde değerlendirilir. Bugün Fransızlar, ne gönüllü askerler ve şehirlilerin Tuileries Sarayını basarak kraliyet ailesini esir alıp Temple Kulesine kapatmasını, ne de 16. Louis’nin ya da Maria Antoinette ve diğerlerinin giyotinde devrime kurban edilmesini kurcalamaktadır. Cumhuriyetimizin bir asra yaklaşan kuruluş öncesi ve kuruluşun ilk yıllarına ait, dönemin zor koşullarında, Osmanlı’nın külleri arasından bir ulus çıkarma çabalarında yapılmış olan bazı hatalı ya da zaruri olarak gerçekleştirilmiş uygulamaların, özellikle de bazı siyasiler tarafından bugün ortaya saçılması neye hizmet eder? Tarih seminerlerinde gerçeklerin anlaşılmasına yönelik olarak bilimsel amaca hizmet edebilen bu kurcalamalar, bugün toplumsal ve siyasal alanda ne özgürleşmemize ne de demokratikleşmemize hizmet eder. Parmak ısırtıcı medya araştırmacılığı(!) ve yalan-yanlış yürütülen gayretkeş çabalar, olsa olsa varolan cemaatçi yapının ve onun üzerinde yükselen siyasal dokunun pekiştirilmesine hizmet eder ve halkımızın siyasallaştırılmış dincilik kulvarında emperyalizmin karanlıklarına sürüklenme yolunu döşer. 19 Mayıs gösterilerinde gençlerin ritmik hareketlerine faşizm damgasını vurmaya yeltenen kafalar, ne ilginçtir ki, örtünme bahanesiyle tek-tipleştirilen gençlerin davranışlarını dini inançlarını yaşama özgürlüğü olarak halka yutturabilmektedirler. O gençlerin anneleri ya da nineleri de kutsal inançları doğrultusunda örtünüyordu, ama tek-tipleştirilmemişlerdi, çünkü özgürdüler onlar!
Fransa kavgamızda aynaya bakmamızı gerektiren diğer bir öğreti de anayasa tartışmalarında hiçbir kuşağın gelecek kuşakları bağlayamayacağını özgürlükler adına ileri süren bazı ünlü anayasa hocalarına ve bazı köşe yazarlarına racidir. Anayasanın başlangıç hükümleri arasında yer alan “laiklik” ve “sosyal devlet” gibi ilkelerin kalkabileceğini ileri sürebilen bu zevat, aslında yeni dokunun yükselen emperyalizme uyarlanma işlemini teorik çerçeveye oturtmaya çalışmak işgüzarlığından öte bir şey yapmamaktadır. Her eylem ya da siyasal kararın kendi tarihsel koşulu içinde değerlendirilmesi doğru olmakla beraber, hangi dönemde ihdas edilmiş olursa olsun, olumlu ilke ve davranışların tarih boyunca sürdürülmesi faziletten öte, özgürlükler ve adalet açılarından gerekliliktir! Anayasalar, diğer yasalardan farklı olarak, toplumları uzun kulvarlarda taşıyan felsefî metinlerdir.
Fransa’ya asırlar önceki kuralları hatırlatmaya çalışırken, Cumhuriyetimizin temel ilkeleri olan laik, sosyal ve hukuk devleti ilkelerini, bu ilkelerin ihdasını gerektiren koşulların bugün geçmiştekinden çok daha şiddetle hortladığı bir dönemde göz ardı etmeye ve tarihe gömmeye çalışmak, ileri demokrasinin değil, gerici anlayışın eseridir!

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa