02 Şubat 2012 04:37

Sorularla dolu bir yazı!?

Sorularla dolu bir yazı!?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şu kurulu sistemi kim yönetiyor? Türkiye’de, Amerika’da, Japonya’da, Rusya’da, Almanya-Fransa ve öteki Avrupa ülkelerinde, işçi, kent-kır yoksulu, emekçi olarak adlandırılanlar, “azınlık” ifadesiyle ayrıca ayrıcalığa tabi tutulanlar iktidarlarda herhangi türden bir rol, yer, mevzi sahibi midirler? Kanunlar, Anayasalar hazırlanıp yürürlüğe konduğunda, hukuk kuralları belirlenip ceza yasalarının kapsamı belirlendiğinde doğrudan ya da dolaylı bir rolleri var mıdır? Hangi tür eylemlerin suç oluşturacağına, onların karşılığının ne türden yaptırımla verileceğine halkın kendisi ya da dolaysız göreve getirip uygun görmediğinde de görevden geri aldığı savcılar-hakimler vs. isimli görevliler mi belirliyor? Şu ya da bu sermaye grubunun ya da politik sermaye partisinin görüşleri doğrultusunda karar veren üç kişilik “yargı heyeti”nin insanlara biçtikleri “suçlu”-”suçsuz” yargısının “demokratik”liğinin bir ölçüsü bulunmakta mıdır? Parasız eğitim isteyeni, ücretinin artırılmasını talep edip işten atılmamak için direneni, ana dili ve ulusal kimliğiyle varolma ve tüm haklarını kullanma özgürlüğü için çaba göstereni halk suçlu mu ilan etmiştir?
İşçiler, çalıştıkları fabrikalarda ürettikleri malların sürümü ve satışından elde edilen paraların kullanımı üzerinde bir tasarrufa sahip midirler? ‘Kamu’da çalışan emekçilerin büyük çoğunluğunun ülke yönetiminde, üst bürokrasinin emirlerine uyma dışında bir rolleri bulunmakta mıdır? İşçi ve kamu emekçilerinin ücret ve maaşları, ülkenin kaynakları ve ürettiklerinin insani en temel ihtiyaçların karşılanmasına göre bölüşülmesi üzerinden mi belirlenmektedir? Genç milyonların, geleceklerini belirleyen uygulamalara dair fikirlerinin alınması söz konusu mudur? Kadın cinsinin insan ve soyunun bu günü ve geleceğiyle ilgili “kader belirleme”yle ilişkin iradesine baş vurulmakta mıdır?
Ülkelerin iç ve dış politikalarının belirlenmesinde, halk diye tanımlanan kitleler mi karar vermektedir? Kiminle dost olunup, kimin düşman ilan edileceğini her bir ülke nüfusunun en az yüzde doksanını oluşturan emekçiler mi belirlemektedir? Ellerinde dünyayı yüzlerce kez yok etmeye yetecek kadar nükleer silah stoku bulunan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İsrail, Rusya gibi devletler, başka ülkeleri “Nükleer silah üretmeye çalışmak”la suçlayarak saldırı ve savaş hedefine koyma hakkına neden sahip olsunlar? ABD, Fransa, İngiltere, İsrail, İtalya, Türkiye, Kanada, Avustralya, Hollanda gibi ülkelere Afganistan, Irak, Libya gibi ülkeleri vurma, Suriye’yi düşman ilan ederek yönetimini yıkma, İran’ı hedefe koyma hakkını, kim ve hangi halklar vermiştir? Yoksa bu politikayı izlemeleri, bir aralar Bush ve avenesi-Türk uşakları da dahil-tarafından iddia edildiği üzere “Tanrı tarafından” mı onlara emredilmiştir? Halkların inançlarıyla oynayan bu iğrenç iddianın bir kanıtı bulunmakta mıdır?
Başkanların, başbakanların, bakanlar ve genel müdürlerin, polis şefleriyle generallerin, banka ve fabrika yöneticileriyle sahiplerinin ortalama bir işçi ve memur ücretinin yüzlerce-binlerce kat fazlasıyla taltif edilmelerini, halk mı istemektedir? Milyonlarca insanın açlık, milyonlarcasının yoksulluk içinde yaşamasını ve fakat azınlık küçük bir grubun milyarlar-trilyonlar kazanmasını sağlayan “adil bölüşüm”(!) kararını kimler vermektedir? Günde bir ya da iki dolar karşılığı eline para geçenlerin her bir ülkede on milyonlarla, hata bazılarında yüz milyonlarla sayılmasına karşın, milyarder ve trilyonerlerin yüzlerle, binlerle, en fazla on binlerle sayılmalarını “yaratan” mı emretmiştir? Hani çalışan kazanırdı; çalışan demir-çelik, petrokimya, tekstil, otomotiv, inşaat vs. işçileriyle kar-kış demeden toprakla ve doğayla boğuşan yoksul köylüler mi, banka ve fabrika kodamanları sermayedarlarla onların Tayyip Erdoğan, Toni Blair, Angela Merkel gibi tescilli temsilcileri midir?
Bu sorular yumağını sürdürebiliriz. Ama bakın, Uludere-Roboski’ye; Türkiye’nin dört bir yanındaki zindanlara, Hrant Dink’i bilerek ve tasarlayarak öldürtenlerin devlet katlarındaki mevkilerini daha yukarılara taşımalarına, Diyarbakır, Cizre, Şırnak ve Dersim topraklarından “fışkıran” katledilmişlerin kemiklerine; o katliamları “bin operasyonlar”la gerçekleştiren çete başlarının, AKP yönetimindeki aygıtın “daha derinlere kök salan daim devlet”indeki “muteber” yerlerine; tümü birbiriyle ilişkili ve aynı kapıya çıkıyor! Bundandır ki ülkeye hükmedenlerin temsilcileri, omuzlarında apolet olmuş olmamış fark etmez, büyük bir kurum satma edasında içerde ve dışarıya yönelik tehditler savuruyor, gazeteciyi “katil” ya da “tecavüzcü” diye suçlama keyfiyeti yaşıyor, ülkelerin zaptı politikasını “büyük devlet olma” hakkıyla ilişkilendirecek kadar şirazeden çıkabiliyor, ülkeyi dünyanın en büyük barbar gücün askeri üsleriyle donatmayı “büyük strateji” olarak gösteriyor; işçiyi, Kürt’ü, Alevi’yi; yoksul emekçiyi ve uyanıştaki gençleri “suçlu” hanesine yazıp, sindirilmelerine yönelik politikayı “İleri demokrasiye doğru yürüyüş” olarak gösterebiliyor.
Bu durumu değiştirmek açık ki halkın, on milyonlarca emekçinin yalnızca geleceği için değil bugünü için de acil bir ihtiyaçtır. Değiştirici eylemin güçlenmesi ise, tüm bu halk ve ülke karşıtı politikalardan zarar görenlerin daha bilinçli, daha uyanık, daha mücadeleci bir tutumla ve kendi hakları için bir araya gelmeleriyle mümkün olacaktır. Halkın tüm katmanları içinde, burada bir kısmı sıralanan soruların karşılığını arayan bir tutum gelişmediği, geliştirilemediği sürece, tiranların sultasına hak ettiği şamar atılamayacaktır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa