İtibarsız iktidarlar
Osmanlı’nın halk gözündeki değerini şu deyişten izlemek mümkündür:
“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı”
(Taner Timur, “Osmanlı Toplumsal Düzeni”, Turhan Kitabevi, 1979)
***
Stefanos Yerasimos’un “Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye” (Gözlem Yayınları, 1980) adlı dev eserinden öğrendiğimize göre, ilk olarak Orhan Bey zamanında (1326-1356) 1.186 gram gümüş olarak basılan akçenin içindeki gümüş ağırlığı zaman içerisinde sürekli düşürülmüş; 1520-1566 yıllarında 0.723 grama kadar inmiş… Akçenin değeri, sadece içindeki gümüş ağırlığının düşürülmesiyle ayarlanmıyordu elbette; tüccarlar, paranın kenarlarından kırparak da değerini azaltabiliyorlardı.
***
Çocukluğumuzun geçtiği 1970’li yıllarda, her evin vazgeçilmez ihtiyacı olan ekmeğin değeri iki kez düşürülürdü: Önce fiyatı artırılır, sonra gramajı eksiltilirdi.
Ama 2012’ye girdiğimizde, ekmeğin değerinin düşürülmesinde bile kendi hükümetinin “itibarsızlaştırılacağı” endişesi taşıyan iktidar uzantıları, gramajın indirilmesine de yeni bir kılıf buluverdi: “İsrafı önlemek!”
***
Tarih boyunca, sürekli olarak “itibar yitiren” iktidarlar, kabahati hep başkalarında aramış, önce azınlıklara yüklenmiş, asmış, kesmiş, sonra geniş kitlelere zulmetmiş, cezalar yağdırmıştır.
Gücünü soylu ailelerinden, göklerden, tanrılardan, nihayet toplumun kendisinden aldığını iddia ederek zorbalaşan yöneticileri kontrol altına almak için verilen insanlık mücadelesi, demokrasinin kurumlarının oluşmasına, hukukun evrensel ilkelerinin yaratılmasına yol açmıştır.
Makyavelli’nin, 1500’lü yıllarda zalim yöneticilerin uygulamalarıyla ilgili tespitleri, acıları artırmaktan başka bir işe yaramamıştır:
“…insanlar ya elde edilmeli ya da onların kökü kazınmalıdır; hafif baskılara karşı intikam almaya kalkarlar, fakat ağır baskılara karşı direnemezler. Bir insana baskı yapıldığı zaman öyle davranmalı ki, intikam almaya olanak bulamasın.” (Makyavelli, “Hükümdar”, Sosyal Yayınlar, 1994)
***
Milenyum çağındaki bir siyasi otorite ise kendi iktidar mücadelesini şöyle tanımlayabilmiştir:
“Manşetlerle savaştık. Manşetlerin ok olup üzerimize yağdığı süreçlerden geçtik. Her sabah yalana, iftiraya, kirli kampanyalara uyandığımız günlerden bugüne geldik. Yargısız infazlarla mağdur, mahkum edildiğimiz dönemlerden bugünlere geldik. Gazetecilere haber yazdırdılar. Sonra o kupürü dosyaya koyup kapatma davası açtılar. Allah şahittir ki, asla ve asla intikam peşinde olmadık.” (Zaman gazetesi kuruluş yıldönümü, 25 Ocak 2012)
Makyavelli’nin yol göstericiliğinde değerlendirdiğimiz zaman, bu sözler, kendisine uygulanan eski yöntemlere sımsıkı sarılan bir otoritenin, iktidarını yitirmemek adına, “Öyle davranmalı ki, intikam almalarına olanak kalmasın” yaklaşımını gizleyerek “itibarı” kurtarmanın kılıfıdır adeta…
***
Cezaevlerindeki yüzlerce gazeteci, yazar, akademisyen, aydın ve öğrencinin varlığından rahatsızlık duymayanlar, bunları ifade edenleri, siyasi iktidarın “itibarını” sarsmakla suçlayıp, yargılıyorlar…
Halbuki akçenin yüz akı gümüş misali aydınları toplumdan söküp alan siyasi iktidar kendi kendini “itibarsızlaştırıyor”…
Toplumsal tepkiyi baskı altına almanızın, düşüncenin kitlesel düzeyde ifade edilmesini engellemenizin “itibarınızı” düşürdüğüne inanmıyorsanız eğer, o zaman “uluslararası itibarınızı” yükselttiğini inandığınız “cezaevlerindeki gazetecileri” temsilen 100 akçeden oluşan “beşibiryerdeyi” takın boynunuza, övüne övüne, göğsünüzü gere gere, kibirli kibirli, tüm “itibarınızla” dünyanın “en ileri demokratik” ülkelerini gezmeye çıkın…
Onların aydınlarının, yazarlarının, sizin ülkenizi ziyaret etmesine ihtiyacınız yok nasıl olsa!
Evrensel'i Takip Et