08 Şubat 2012 10:13

‘Tarihin cilvesi’ mi?

‘Tarihin cilvesi’ mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin aktüel gündemi sıklıkla ve birbiri ardına gerçekleşen olaylara bağlı değişen bir ülke olmasının sonuçları, egemenlerle onların ‘tasallutu’; baskı ve zorbalığı altında tutulanlar arasındaki güç ilişkisinin dönemsel durumunda, büyük oranda emekçiler aleyhine gerçekleşmektedir. Bu durumun farkında olan sermaye hükümeti ve ardındaki büyük sermaye güçleri, karşı karşıya bulundukları sorunları, halk kitlelerinin çok büyük kesimlerinin tepkisiz kalmasını sağlayacak şekilde, manevra alanlarını geniş tutarak ya burjuvazi yararına çözmekte ya da öteleyerek “günü kurtarma”yı başarabilmektedirler. Kara propagandanın, gerçekleri ters yüz ederek suçluluklarını örtebilmelerinin, yalan ustalığındaki pervasızlıklarını bunca açık sürdürmelerinin, herkese meydan okuyup firavun-halife-padişah yöntemleriyle burjuvazinin en inceltilmiş, en ikiyüzlü, en gaddar yönetme yöntemlerini birbiri içinde uygulayabilmelerinin bu ‘nesnel durum’la doğrudan bağı var!
Neocon yamyamlığının devşirme ocaklarında, Pentagon ve Beyaz Saray’ın uluslararası stratejik planlarının “yeşil-kuşak” ve “komünizme karşı savaş” ürünü deney laboratuarlarında yetiştirilen ‘ekipler’ içindeydiler. CIA-MOSSAD işbirliğiyle belirlenmiş “Ilımlı İslam Projesi” uyarınca işbaşına geldiler. Buna rağmen, kendilerine muhalif burjuva kesimler dahil her muhalefeti “neoconcu” ithamıyla susturmaya çalışacak kadar “şerbetli”ler! IMF-Dünya Bankası gibi uluslararası mali sermaye kurumlarının ve ABD başta olmak üzere emperyalistlerin Thatcher-Reagan “akımı”yla başlatıp uluslararası alanda işleme koydukları sermaye politikasının Türkiye’deki uygulanmasına, halka karşı savaş cephesinde ve 12 Eylül cuntası ve çetelerinin yedeğinde katılmışlardı. Onların yarattığı “dikensiz bahçe”de yeşillenip, onların uygulanır kıldığı politikaları uygulamak üzere, işçi ve halk hareketinin zaafları ve örgütsüzlüğünden yararlanarak, bin türlü yalan vaatle, halkın, kendine kan kusturan kontracı cellatlara duyduğu öfkeyi istismar ederek yönetimlerini sürdürüyorlar. 12 Eylül yasalarına sadakatlerini sürdürmelerine, daha derinden, daha etkili ve donanmış, daha yaygın kontracı çetelerle devlet aygıtını takviye edip kumandasına oturmalarına rağmen, darbelere, ve hatta “faşizme” karşı olduklarını propaganda edip, uyguladıkları zorbalığa karşı çıkanları darbeci, dikta idaresinden yana, Ergenekoncu, terörist diye suçlayacak kadar pervasızdırlar.
Mevzilerini sağlamlaştırdıkça, saldırılarını arttırdıkları, örnekler sayıp dökmeye gerek olmayacak kadar  açıktır. Bir yandan burjuva muhalifleriyle yüz yıllık “modernizm ve akılcılık“ karşıtı mücadeleye tutuşmuşlardır; öte yandan işçinin, Kürt’ün, Alevi’nin, diğer azınlık milliyet ve mezhebin “köküne kibrit çakmak”la meşguller. Halk kitlelerinin bin yıllardan gelen avunmuşlukları, kadercilikleri, yanılmışlıkları ve yanılgılarıyla oynayıp onları da güçlendirmek üzere “muhafazakarlık, gelenekçilik, dindarlık” edebiyatı yapmakta; ama öte yandan dünyanın en saldırgan, en yayılmacı, en müdahaleci ve bu özellikleriyle de en antidemokratik emperyalist güçlerinin yedeğinde, dış sorunlar yaratıp, onlar üzerinden içeride halkın, kendi iktidarlarına ve uygulamalarına yönelme potansiyeli taşıyan muhalefetini etkisizleştirmeye soyunuyor, dikkatleri, örneğin Suriye’deki olaylar türü dış “düşman”lara çevirmeye çalışıyorlar. İşsizlik, yoksulluk, açlık başta olmak üzere insan soyuna düşman, insanın yoksunluğu ve çürümüşlüğünü yaratan kapitalizmi savunmak için “kelle koltukta”(!)-“kefenleri biçilmiş”(!) silahşörlük oynayan bu “cemaat ırkçıları”; suçluluklarını örtbas etmek için, toplumdaki “çürüme”den, “ahlaksızlık”tan; alkolizm-uyuşturucuculuk-tinercilikten söz ediyor; buna alternatif olarak da “muhafazakar dincilik”i gösteriyorlar. Bütün köşeleri tutmuş, dünyalıklarını develerin yüküyle değil gemiler, trenler dolusu oluşturmuş, kent rantıyla, vurgunlarla ‘yarınlarını kazanmış’ bu azınlık ve ayrıcalıklı yönetici kastın istediği, sömürü ve eşitsizlikleri kader gören anlayışın daha da güç kazanmasıdır. Diyanet ordusu ve Cemaat silahşörlerinin sürdürdüğü “Türk İslamı dünyası yaratma” savaşında, daha da ileri gitme çabasıdır bu. Başbakanlık mevkilerinden meydan okunarak ilan edilmesinin nedeni de budur. Devlet eliyle din örgütlenmesi ve dayatılmasının bu yeniden ilanında, bir halk deyişiyle “bitin kanlanması”nın payı büyüktür.
Ne ki, “tarih”in her zaman ve sadece sermayenin hakim güçlerinin istemleri yönünde işlemediğinin çok fazla kanıtı bulunuyor. Gücünün zirvesinde olduğu sanısıyla “cihan şamil” kılıç sallamaya yönelenlerin çarkının kırıldığına da tarih hayli tanıtlıklar etmiştir. Siyasal iktidar o denli pervasızdır ki, onun politikalarının hedefinde olanlar sadece güncel durumdaki muhalifler değil, on milyonlarca emekçinin hemen tümüdürler. Bu ise, alttan alta kaynayan suların kapakları fırlatıp atacağı günlerin/zamanın ömrü-billah uzak olmadığının/olmayacağının nedeni ve dayanağıdır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa