Umutsuz yığınlar
“Akdeniz’in batısıyla doğusu arasındaki farklılaşmanın evrimini izleyebilmek için, ortak kökenlere kadar inmek ve çıkış noktamızı bu iki kesimin aynı sosyoekonomik bütün içinde yönetildiği bir çağda aramak gerekiyor.”
Stefanos Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” kitabına böyle giriş yapıyor ve Türkiye’yi anlatmak için Roma’yla işe başlıyor.
İsa’dan önceye kadar inen bu tarihsel süreçte, Anadolu topraklarında yaşayan topluluklar neler görmüş neler geçirmiş…
Ne yönetenler tepinmiş, esmiş, gürlemiş; ne milletler savrulmuş, ezilmiş, parçalanmış…
Ne kanlar akmış, ne entrikalar dönmüş…
Ezilmiş Anadolu insanının milletten millete, nesilden nesile aktardığı özdeyişler, umutsuzluk ve yılgınlıkla birlikte sabrı, şükrü, dayanma gücünü de yansıtır.
Kimlere katlanmış, nelere şükretmiştir bu halklar!
Hadi geleneklerimize, göreneklerimize uygun olarak şükredelim, ya sabır çekelim ve tekrarlayalım: “Bunlar da geçer, aldırma!”
***
Umut ile umutsuzluk arasında gidip gelen iç dünyamızda sabredelim etmesine ama gelişmeler korkunç…
Devlet yöneticilerinin hem içeriye hem dışarıya yönelik saldırgan açıklamaları, son derece ürpertici…
Uzlaşmacı değil çatışmacı yaklaşım, yüz hatlarının derin çizgilerinin arasından sızıyor…
***
İnsanlık başlangıcından bu yana ahlaklı, erdemli, dindar, aklı ve bilimi özümsemiş nesiller yetiştirmeyi amaçlamıştır. Buradaki asıl hedef elbette ahlaksız, erdemsiz, dini inançları suiistimal eden, akıl ve bilim yolundan sapmış kişilerin toplumu yönetme erkini ele geçirmesini engellemektir.
Anadolu halkları; nice ahlaklı, erdemli, dindar adamlarla, yönetici ve sanatkarlarla, aklın ve bilimin ışığında insanlığın gelişmesine hizmet etmenin onurunu yaşamıştır. Bu topraklardan nice ahlaklı, erdemli, dindar olduğunu iddia eden zalimler de göçüp gitmiştir.
***
Suistimaller; insanlığın, yönetme erkinin kaynağını gökyüzünden yeryüzüne indirmesine yol açtı. Yöneticilerin denetim altına alınması ihtiyacı, insanlığın, kimi zaman ahlak ve din kurallarından da esinlenerek, kendi kurallar bütününü ve evrensel hukuk ilkelerini yaratmasını sağladı.
İnsanlığın deneyimleriyle ulaştığı gelişmişlik düzeyinde; arındığı hatalı uygulamaları, eski eğitim yöntemlerini, gerici yönetim biçimlerini allayıp pullayıp yeniden dayatmaya kalkarsanız; nice zalimleri görmüş geçirmiş bu Anadolu insanı umut ile umutsuzluk arasında gidip gelen iç dünyasında sabırlar dileyip, “Bunlar da geçer, aldırma” der, sineye çeker…
***
En büyük örgüt olan devlet içindeki illegal unsurlar ve uygulamalarla mücadele etme adı altında yeni illegal unsurların yaratıldığı ve hukuk dışı uygulamaların yapıldığı, devletin kendi içindeki hesaplaşmanın kamuoyuna yansımasıyla apaçık izleniyor.
Şiirde, tuvalde, köşe yazısında “terör örgütü” aranmasına şaşırmayan, gazetecilere “terörist” suçlaması yapılmasında beis görmeyen devlet adamları, “akılla izah edemeyecekleri” şok durumlarla karşılaşıyorlar…
Nice saray entrikalarını uzaktan izlemiş ama onun acılarıyla kavrulmuş olan Anadolu insanı, bunca sarsıcı, şoke edici, korkunç gelişmeyi kaygıyla izlerken, çok da müdahaleci olmadan, umut ve umutsuzluk arasındaki o iç dünyasında ya sabır çekiyor: “Bunlar da geçer, aldırma!”
***
Bunlar da geçer geçmesine ama olan cezaevlerindeki gazetecilere, yazarlara, aydınlara, akademisyenlere, insan hakları savunucularına ve onların ailelerine oluyor. Uluslararası boyutu da bulunan bu devlet içi çatışmaya, aklı ve bilimi öne çıkaran insanlarımız kurban ediliyorlar. Onlara bu acıları yaşatanlar da devlet içi çatışmanın tarafları zaten.
Ne yazık ki, kısa vadede bu acıların sonlanacağına dair en ufak bir umut ışığı da görünmüyor. Birazcık umut doğabilmesi için önce iyi niyetli yaklaşımların söylemlere yansıması, sonra uygulamaya geçirilmesi ve yasal düzenlemeler için adımlar atılması gerekirdi. Fakat yasa değişikliklerinin bile acıları sonlandırmak amacıyla değil, devlet içi çatışmanın taraflarının birbirine üstünlük kurmasına zemin oluşturmak saikiyle hazırlandığı sırıtıyor.
Umut ışığı olmasa da, umutsuz değiliz ve mücadeleden kaçınamayız; sesimizi yükselterek haykırmaya devam edeceğiz:
“Basın ve ifade özgürlüğü kalmadı. Cezaevleri gazetecilerle ve aydınlarla doldu. Cezaevlerinde zulüm var! Medya işyerleri cezaevine dönüştü. Çalışanlar baskı altında, usulsüz tayinlerle, işten çıkarmalarla, zorla emeklilikle tasfiye ediliyorlar. İşyerlerinde zulüm var!”
Evrensel'i Takip Et