02 Mart 2012 10:23

Köy görünse de kılavuz gerekiyor

Köy görünse de kılavuz gerekiyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

FED’in ardından malûm olduğu üzere son birkaç aydır emperyalist ülkelerin merkez bankalarının da birbirleriyle yarışırcasına para saçmaya başlamalarıyla ortada dolaşan serseri paranın bir kısmının ister istemez yükselen piyasalara yöneleceği düşüncesi yeniden canlanmıştır. Olası gelişmelere bu açıdan bakıldığında, yaratılan aşırı likiditenin bir kısmının, faiz oranlarının nispî olarak yüksek, iktisadî yapılarının güçlü ve büyüme potansiyeline sahip kimi yükselen piyasalara doğru akacağını beklemek tabii ki şaşırtıcı değildir.
Zaten de FED’in iktisadî krizin başlamasından bir süre sonra QE1 ve QE2 ile birlikte tahvil alımını gidip, ülkedeki faiz oranını da tarihî diplere çekmesiyle, yaratacağı etkiler çerçevesinde uzun vadeli sonuçları olumsuz olacak olsa da, yükselen piyasaların bu gelişmeden yararlandığı somut bir örnek olarak ortada durmaktadır. Bunun yanı sıra ECB’nin (Avrupa Merkez Bankası) son birkaç aydır piyasayı 1 Trilyon euronun üzerinde fonlaması, BOE (İngiltere Merkez Bankası) ve BOJ’un da (Japon Merkez Bankası) sırasıyla 275 milyar Pound Sterling (75 milyarın sürüleceği geçen hafta açıklandı) ve 125 milyar USD karşılığı Yen sürmesiyle paranın gidecek yer aramaya devam edeceği de açıktır. Hele de özellikle ECB’nin 1 Trilyon euronun üzerinde gerçekleştirdiği fonlama sonucunda bilânçosunun %20 daha büyüyerek FED bilânçosundan daha büyük hale geldiği göz önüne alınırsa, artık dünya ekonomisinin geneline ilişkin bundan sonraki gelişmelerin hiç de iç açıcı olmayacağını söylemek yerinde olacaktır.
Bu süreç çerçevesinde yaşanacakların Türkiye Ekonomisi’ne ilişkin gidişatı etkileyecek olması önem arz etmektedir. Denetimsiz bir biçimde daha doğrusu ‘nasıl gelirse gelsin, yeter ki gelsin‘ mantığının yarattığı ortam sonucunda ülkeye gelen sıcak paranın TL’yi nasıl da sunî olarak aşırı değerli hale getirdiğini ve bunun da etkilerinin sonuç itibariyle ödemeler bilânçosu açıklarını nasıl artırdığını ise bilmekteyiz ve daha da önemlisi yaşadık ve yaşamaktayız.
2012’nin başından bu yana yani Ocak ayı içinde Türkiye’ye yönelen ve sadece birkaç milyar USD olduğu ifade edilen sıcak para girişinin bu hafta çarşamba günü açıklanan dış ticaret verileri üzerindeki etkisini görmüş olduk. 2012 yılının ilk ayına ilişkin dış açık 6,4 USD doları düzeyindeki tahminleri aşarak, 7 milyar USD olarak gerçekleşmiş olduğuna tanıklık ettik. Her ne kadar 2011 yılı Ocak ayı verileriyle karşılaştırıldığında 2012’nin ilk ayı itibariyle ihracatın ithalâtı karşılama oranı %56,5’dan, %59,7’ye yükselmiş olsa da, sıcak para girişlerinin devam edeceğine ilişkin beklentiler söz konusu iken, TL’nin değer kazanmasını kaçınılmaz olarak berberinde getireceği de açıktır. Sonuç itibariyle de, bir de bu gelişmelere Avrupa Birliği’ne ilişkin 2012 yılı büyüme oranının düşük seyredeceği daha açıkçası iktisadî gidişatın kötüleşeceği beklentisini eklendiğinde, Türkiye Ekonomisi’ne ilişkin yansımalarının ihracatın azalma ve fakat ithalâtın da artış yönünde seyredeceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de, özellikle de geçen yılın ikinci yarısından itibaren olduğu gibi, 2012’de de benzer gelişmelerin ortaya çıkarak yeniden ülkenin dış ticaret hadlerinin hızlı bir biçimde bozulmasına neden olacağını da söylemek bilinmeyen ya da yaşanmamış bir gelişme olmayacaktır.
Bu noktada, genel olarak piyasalarda likiditenin bollaşmasıyla serseri paranın başta ifade ettiğim ve faiz oranlarının nispî olarak yüksek, iktisadî yapılarının güçlü ve büyüme potansiyeli olan yükselen piyasalara doğru akacağı düşünce çizgisinden hareket ettiğimizde, Türkiye’ye yönelik sıcak para girişinin iktisadî yapının güçlü olup olmadığına bakmaksızın hareket edeceği yani ülkeye geleceği de aşikârdır. Zaten de ekonomilerde yapısal dönüşümün sağlanarak güçlendirilmesine yönelik adımların atılması uzun, meşakkatli ve siyasî riskleri de içeren bir seçiş olduğundan, AKP hükümetince bu temelde bir sürecin başlatılmayacağını da, hele yerel seçimler arifesinde, beklemek aşırı iyimserlikten başkaca bir şey olmayacaktır.
Görülen odur ki, hükümet, onun denetimi altındaki varlık nedeni sorgulanması gereken ve sözüm ona bağımsız olduğu iddia edilen TCMB, aynen geçen yıl olduğu gibi bu yıl da döviz alım-satım ihalelerine biçimindeki doldur boşalt biçiminde gelişen uygulamasıyla zevahiri kurtarma hamlelerini sürdürecektir. Fatura ise yine gelişecek enflâsyonist eğilimler çerçevesinde emekçilerin omuzlarına bindirilecektir.
Tabii ki bu arada bölgedeki sıcak savaş olasılığı karşısında enerji fiyatlarında artış yönünde ivmelenen gelişmelerin de hesaba katılması gerekmektedir. Ayrıca, Başbakanın rahatsızlığı ve hükümet-cemaat arasında başlayan ve cemaat taraftarı gazete yazarları tarafından hükümetin cemaati tasfiye etme süreci olarak ifade edilen gelişmelerin ne düzeyde süreceğine ilişkin belirsizlik ve yaratacağı siyasî riski de göz önüne alırsak, emekçi halkın ödeyeceği bedelin ne düzeye varacağını belirtmek bile gereksiz olacaktır.
Selâm ola.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa