07 Mart 2012 10:43

Ruslar Putin’i neden seçiyor?

Ruslar Putin’i neden seçiyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Pazar günü halkın üçte ikisinden fazlasının oyunu olarak üçüncü kez devlet başkanlığı koltuğuna oturan Vladimir Putin, hiç şüphesiz Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kurulan Rusya’nın en önemli lideri.
SSCB’nin yıkılışına eşlik eden, alkış çalan Gorbaçov, Yeltsin gibi aktörler, bir süre sonra siyaset sahnesinden yok olup giderken, Putin gücüne güç kattı.
İlk olarak 1999’da başbakanlığa atandıktan sonra  2000’de başkanlığa seçildi ve iki dönem aralıksız bu görevi sürdürdü.
Hafta sonunda yapılan seçimlerde aldığı yüzde 64 oyla üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturan Putin, teorik olarak 2024 yılına kadar başkan olabilecek. Daha önce 4 yıl olan devlet başkanının görev süresi, yapılan anayasa değişikliğiyle bu seçimlerden itibaren 6 yıla çıkarıldı.
Eğer Putin 2018’de yapılacak başkan seçimlerine de katılır ve kazanırsa, 1990-2024 arasındaki 34 yılın 25 yılına  Putin damgasını vurmuş olacak.
Putin’in “Başbakanlık-Devlet Başkanlığı-Başbakanlık-Devlet Başkanlığı” şeklindeki siyasi kariyerini tek bir kişinin “iktidar hırsı” ya da olağanüstü yeteneğiyle halkı peşine takmayla -kaldı ki Putin’de bu yön zayıftır- açıklamak elbette meseleyi darlaştırmak olur.
Peki o zaman Putin’i bu denli halk arasında popüler ve güçlü kılan, rakiplerine göre açık arayla galip gelmesini sağlayan nedir?
Bu sorunun yanıtını ancak Rusya’nın geçirdiği özgül tarihsel koşullar ve dünya siyasetindeki yeri ve iddiasıyla açıklamak mümkün.
Çünkü; Putin’in yükselişinin nedenleri iç politikadan çok dış politika faktörleriyle ilintili. Bunun bilincinde olan Putin, ülkesinin dünya siyaset sahnesine göze çarpan bir aktör olması için özel bir çaba harcıyor. Bu da, imparatorluk ve Sovyetler geçmişi olan Rus halkı arasında kendine güveni artırıyor. Seçim kampanyasında sıkça “Güçlü Rusya” vurgusunun yapılması bunun bariz ifadesi.
Geçen hafta “Moskowiskije Nowosti” gazetesine dış politika hakkında ne düşündüğünü ve dünyanın bundan sonraki süreçte nasıl bir seyir izleyeceği konusunda uzunca sayılabilecek bir makale yazan Putin, diğer emperyalist devletlerle rekabette ülkesinin çıkarlarını koruma konusunda önemli ipuçları veriyor.
Almanya’da Junge Welt gazetesi tarafından da yayınlanan makalede bağımsız dış politikaya yapılan vurguların çoğunda hedefe ABD ve NATO konulmuştu. Makalenin bir yerinde Putin şuna dikkat çekiyor: “Öncelikle ABD olmak üzere NATO ülkeleriyle temelden farklı güvenlik anlayışımız var. Amerikalılar, teknolojik ve jeopolitik açıdan, ütopik bir şekilde  kesinlikle dokunulmaz olduklarını düşünüyorlar. Ne var ki bir ülkenin dokunulmazlığı başkalarının yaralanması anlamına geliyor. Bu türden perspektifler kesinlikle kabul edilemez. (29 Şubat)
Putin’in ifade ettiği gerçekler elbette Rus sermayesinin, burjuvazisinin “yeni dünyadaki” çıkarlarından bağımsız değildir.
Putin yazısında İran’a yönelik askeri müdahalenin yeniden gündemde olduğunu da hatırlatarak, “Rusya bu ülkeye askeri müdahaleye karşı çıkmaya devam edecek. Çünkü müdahalenin olması durumunda sonuçları şimdiden tahmin edilemeyecek büyük bir felakete yol açacak” diyor.
Denilebilir ki; Putin’den önceki Rusya’nın liderleri, yenilgi, dağıtılma ve teslim alma sürecinde ellerinden gelseydi ülkeyi ABD ve diğer emperyalist devletlere parasız teslim edeceklerdi. Bu konuda epey adım da attılar.
Ama; Putin dönemi, ülkenin temel zenginlik kaynaklarının özel şahıslara satılmasının durdurulması, ekonominin devlet eliyle düzenlenmesi, Rusya’nın “yeni burjuvazisi”nin çıkarlarının savunulması, dünya genelinde önceden kontrol edilen ülkeler ve bölgelerin elde tutma politikasının sürdürülmesi, dolayısıyla teslim olmaya karşı direnme ve toparlanma süreci özelliği taşıyor.
Putin’in girdiği seçimleri açık arayla kazanmasının arkasında bu politikanın büyük bir rolü bulunuyor.
Dağılan Sovyetler’den geriye kalan her ülkeyi ve her bölgeyi kontrolleri altına almaya çalışan Batılı emperyalistler, bu uğruda Balkanlar’da, Kafkasya’da kanlı savaşlara giriştiler, yüz binlerce insanın katledilmesine neden oldular.
Nihayetinde, daha önce Sovyetler Birliği’nin etki alanı içerisinde olan pek çok ülke ve bölge son 20 yıl içinde varis konumundaki Rusya’nın denetiminden çıktı. Kalanlar da açık hedef halinde. En son Libya ele geçirildi, şimdi sırada Suriye var.
Yani; Soğuk Savaş bittiği halde Batı emperyalizmi Sovyetlerin varisi Rusya’ya halen “Soğuk Savaş refleksleri”yle yaklaşıyor ve “En iyi Rusya en güçsüz Rusya’dır” görüşünde birleşiyor.  
Başka bir değişle, batılı emperyalistlerin Rusya’nın etrafındaki halkayı sürekli daraltmaya çalıştığını ve bir gün sıranın Rusya’nın kendisine geleceğini, en önemlisi de bunun çok uzak bir ihtimal olmadığı bugünden görülebiliyor.
Çünkü, inişli-çıkışlı, karmaşık da olsa daha önce Rusya’nın etki alanı içerisinde olan bütün ülkeler ve bölgelerde Soğuk Savaş döneminin devamı niteliğindeki bir Batı ittifakının varlığı sır değildir. Balkanlarda, Ukrayna’da, Beyaz Rusya’da bu ittifak defalarca görüldü.
Ve en nihayetinde bu ittifak Rusya’nın tamamen ele geçirilmesi için de varlığını sürdürüyor. Her seçimden sonra ABD ve Avrupa medyasında seçimlerde hileler yapıldığına dair ortaya atılan iddialar ve bunlar üzerine içeride kendisinin emrinde bir muhalefet yaratma stratejisi son seçimlerde de net bir şekilde gösterdi.
Açıktan Batı yanlısı marjinal gruplardan “demokrasi hareketi” yaratılarak, bu harekete yönelik her türlü yaptırımlar “insan hakları ihlali” olarak propaganda ediliyor.
Özetle, SSCB dağıldı, varisi Rusya kapitalistleşme sürecinde önemli adımlar attı. Ama Putin, bu süreçte Batı kapitalizminin ülkesini tam anlamıyla teslim alınarak soyup soğana çevrilmesine karşı çıktı, bunu yapanlara karşı sert politikalar izledi, hapse attı.
Gerektiğinde ABD’ye açıktan kafa tutma, gerektiğinde kendi çıkarlarına göre ayrı bir politika oluşturma, gerektiğinde ise halkın desteğini almak için ülkesinin bütün tarihine sahip çıkma yönünde yaptığı çıkışlar, günümüzde böylesine bir aktörün Rusya için gerekli olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. En azından halkın verdiği mesaj bu yönde.
Dış politika eksenli baskılardan ötürü Rus halkı sosyal sorunlarla ilgilenmeyi ya da bu sorunlar üzerinden saflaşmaya halen girebilmiş değil. Halbuki, ülkenin içinde bulunduğu sosyal sorunlar ve çatışmalar, yeni bir devrimci hareket için koşulların olduğunu da gösteriyor. Dünya Bankasının verilerine göre Rusya’da her beş kişiden birisi yoksul. Kimi bölgelerde bu oran yüzde 50’ye kadar da çıkıyor.
Bu da, sosyal sorunlarla bağımsız bir dış politikayı birleştirmeyi başaran gerçek devrimci, sosyalist güçlerin er ya da geç siyaset sahnesine çıkacağını ve etkili olacağını gösteriyor.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa