Bir taş attım havaya, düştü maphushanaya
Kimsenin şüphesi olmasın; bu topraklarda herkes bir gün 15 dakikalığına da olsa “KCK”li olacak! Bir sohbet, bir telefon görüşmesi, bir e-mail yüzünden, 15 dakikalığına ufka bakıp düşündüğünden belki de...
Antropolog, Yazar Müge Tuzcuoğlu gibi... Diyarbakır’ın göbeğinde, her şeyi açık, her şeyi “yasal” bir binada, Mecliste grubu bulunan bir siyasi partinin Siyaset Akademisi’nde “15 dakikalık bir görüşme yaptığı” için gözaltında Müge Tuzcuoğlu... Bu yazıyı yazarken, yeni “bir haber var mı” diye bakıyorum bir taraftan... Ve evet, Diyarbakır’dan geliyor kötü haber. Müge Tuzcuoğlu ve 13 kişi tutuklanmış. Gerekçe malum; “KCK üyesi olmak”...
Karadeniz’in Hopası’ndan bir “Laz kızı” Müge Tuzcuoğlu. Bazılarının ilk aklına gelen neden 4 yıldır Diyarbakır’da yaşadığı? “O da gece vakti çıkmasaymış sokağa”, “Orada ne işi varmış” türünden orta yaş üstü boş beleş insan üslubu işte... Antalya’ya yerleşse, Tekirdağ’da köfteci açsa kimsenin sormayacağı sorular... Yanıt mı vermeliyiz şimdi bu sorulara; “gerekçe” mi göstermeliyiz bir Hopalı Diyarbakır’da yaşamayı seçtiğinde? Kimin ne hakkı var, bunu sorgulamaya?
İşte bu yüzden farklı Diyarbakır; bunun için farklı bölge illeri, anlayana... Hafızalardaki imgeler de farklı. Müge bu sorulara inat, bu soruların anlamsızlığını göstermek istercesine Diyarbakır’dadır. Göç mağduru, savaş mağduru çocukların yaralarını biraz olsun sağaltabilmek için oradadır. Görmek, hissetmek ve belki yazmak için oradadır. Halklar kardeş olabilsinler, diye oradadır.; Diyarbakırlının sormadığını, gözaltına alınınca bu taraftan soruverirler insana; ne gam! Bayrağın dalgalandığı her yer, herkes için “vatan” olabilse keşke... Önce kafalarda...
Neyse, ne yapmış efendim Müge bir daha bakalım... Son olarak “Ben Bir Taşım” adlı bir kitabı Evrensel Basım Yayın’dan çıkmış. Savaş mağduru çocuklarla röportajlardan oluşan bir kitap bu. Adını nereden aldığını Müge’den dinleyelim: “Ben bir taşım, demişti bir baba. ‘Ben çocuklarımın elini toprağa değdirmiyordum, kıyamadığım için. Bir gün oldu, ikisini birden yitirdim. Ben buna katlanabiliyorsam, demek ki ben bir taşım”.
13 çocuğun kendi ağzından hikayesi var bu kitapta. Küçücük hayatlarına sığdırdıkları kocaman acıları nasıl anlatıyorlar bilseniz... Cezaevindeki, sokaktaki, panzerin önündeki Kürt çocukları hakkında orada burada “ahkam” kesenler bir bilse...
“Yağlı kağıda” basılı gazetesinde “Taş atan çocuklara dayak, baskı tecavüz” yazıp, “Taş yok mu taş” diye ağlayan çocuk çizen “anlı şanlı” karikatüristler de okusalar da bilseler...
İşte, Müge ile aynı anda Pozantı Cezaevi’nde çocuklara yapılan işkence ve tecavüzü duyuran Dicle Haber Ajansı Muhabiri Özlem Ağuş da tutuklandı. Tesadüf mü? Aynı gün Van’da gazeteci Adil Harmancı evi basılarak, oğluyla birlikte gözaltına alındı. Yine Van’da Şilan Kitap Kafe basıldı, 555 kitaba el konuldu. Doğru ya, “bir büyüğümüz”ün dediği gibi “kitaplar bombalardan daha tehlikeli” olabilir!
Başbakan çıkıp “hâlâ içerde gazeteci yok” diyor, Egemen Bağış BBC canlı yayınında aynı nakaratı tekrarlıyor. Sunucunun yanıtı basit: “İyi de siz onlara terörist diyorsunuz”...
“Terörist” deyince çözülüyor mesele. İster gazeteci, ister Antropolog, ister yazar olsun. Araştıran, yazan, ortaya çıkaranlar birer birer içeri tıkılıyor. “Yasa dışı örgüt üyesi olmak” gibi “soyut” bir suç tanımı içine sokuluveriyor herkes.
Taş olsa çatlar. Çatlamıyor bir türlü bu memleketin ar damarı... Taş demişken, Müge Tuzcuoğlu’nun kitabına dönelim. Röportaj yaptığı çocuklardan biri anlatıyor: “...Arkadaşımızın evine gittik. 8. katta oturuyordu onlar. Aşağı baktım, küçük çocuklar taş atıyorlardı. Gerçekten çok küçük, 9-10 yaşlarında. Balkondan izlerken onları, o küçük çocuklar ellerine geçti, öyle bir dövdüler ki, ben o an balkonda öyle bir çığlık atıyorum ki, kimse beni duymuyordu. Orada sanki ben bir taş parçası olsam, ben kendimi fırlatmak istiyordum oraya karşı. Onu görmemek için o an ölebilirdim. El kadar derler ya, o kadar küçüktü. O çocuk darbelere nasıl direnç göstersin ya! O çocuğun psikolojik durumu ne olur acaba? Kim onu anlayabilir ki, o kadar işkenceden o çocuğu geçiriyorlar. Hiç mi çocuk olmadılar? (...) Bu çocuk farklı bir şey... Bu öldürmek ister gibi. Bu yok etmek ister gibi bir duygu.”
“Ben Bir Taşım”da, Kürt çocuklarının üç yaşında, beş yaşında yaşadıklarına dair anlattıklarını okuduğunuzda, hayretler ve acılar içinde kalıyorsunuz. “Köyünün yakılmasına dair o kadar ayrıntıyı nasıl hatırlıyor?” diye değil sadece, “Bu büyük acıların üstesinden nasıl gelinecek?” diye de... Bir yerde “unutmak” da ihtiyaçtır ya; nasıl unutulacak diye?
Kalıp olmuş artık bizim medyada... Müge Tuzcuoğlu için de “Taş atan çocuklarla ilgili araştırma yapan...” diye cümleler kuruluyor. Aslında öyle bir ayrımı yok Müge’nin çalışmalarının. Kürt çocuklarını araştırıyor o; doğal olarak hepsi savaş mağduru ve yine doğal olarak hepsi “taş atan çocuk”... Ayrı bir kategori değil çünkü; Kürt illerinde... Çocuklar “taş atan” ve “atmayan” olarak ikiye ayrılmıyor.
“Taşın kadim sırrı” burada işte... “Taş”a dair ne kadar deyim, ne kadar atasözü, tarihin en eski zamanlarından bu yana biriktirilmiş “efsane” varsa, bu topraklarda yaşıyor bugün. Müge Tuzcuoğlu’nun kitabına “Ben Bir Taşım” adını vermesi tesadüf değil. El kadar çocukların taşa sarılması da öyle; “yağlı gazete karikatürist”ine inat, Leman’ın “bağrına taş basan” çocuk kapağı da...
Sadece bu taraf için değil elbette. “Taş” birilerinin kalbinde, vicdanında, aklında... Ve işte bu yüzden “kafası”nda... Yazıyı Evrensel’de Devrim Büyükacaroğlu’nun yaptığı röportajda Müge Tuzcuoğlu’nun hatırlattığı bir Kızılderili atasözü ile bitirelim: “Gördüğüm acılar kadar yaşlı, hayallerim kadar gencim! Bu topraklarda, çocuklar öldürülüyorsa eğer, ben bir çocuğu bile kurtarabilecek bir şey yapabilirsem, ne mutlu bana.”
Ve hepimizin bildiği o eski türküde olduğu gibi “bir taş atalım havaya, düşsün maphushanaya...” Sahi, nasıl bitiyordu o şarkı: “esmer bugün ağlamış / yüreğimi dağlamış / kara kaşın üstüne / siyah puşi bağlamış loy”...
İster misiniz; bu türküyü söylemiş bütün sanatçıları, Emel Sayın’ı, Zeki Müren’i, İbrahim Tatlıses’i, Fatih Erkoç’u, Kemal Sunal’ı da toparlasınlar, “taş atmak”tan, “siyah puşi bağlamak”tan, “KCK’ya üye olmak”tan...
Evrensel'i Takip Et