Eski dostlar
Biraz şarkı adı gibi oldu yazımın başlığı, ama kusura bakmayın. Çünkü şu son bir-iki yıldır öylesine çok eski dostum, arkadaşım beni aradı ki, onların sayesinde geçmiş günleri, ortak anılarımızı düşündüm, yaşadım. Aslında daha önceden benim aramam gerekliydi, onları. Ama itiraf edeyim, ben biraz, hatta biraz değil, fazlaca hayırsızım. Dostlarımı, arkadaşlarımı yıllarca aramam, onları hiç unutmasam da. Çünkü, örneğin telefon denilen nesneyi kullanmayı hiç sevmem…
Neyse…
En eski dostum, Cengiz Tihan’dı. Taaa 1948’den gelen, Zonguldak’ta ilkokulu okurken. O günlerin Zonguldak’ı geldi gözlerimin önüne. Yeni Mahalle’deki maden ocaklarındaki oyunlarımız ya da liman boyunca kömür vagonlarının arasındaki koşturmacalarımız, benim unutamadıklarımdan. 20 yıl sonraki karşılaşmamız, Beyazıt’ta, Atasaray’daki kitabevimde oldu. Bir ara sık sık görüştük Cağaloğlu’nda. O avukattı, ben yayıncı. Aradan 30 yıl geçmişti. Sonra hayırsızlığım damgasını vurdu…
Bir Ergun Özcan vardı. O tiyatro oyuncusu, ben Ses dergisinde muhabir. Yıl 1961-1962. Aradan 45 yıl geçti, İzmir’de TÜYAP Kitap Fuarı’nda karşılaştık. Uluslararası Gençlik Şölenleri falan, unutamayacağım günler içindeydi…
“Ses dergisi” deyince… Geçen gün Evka-2 Kütüphane’sinde otururken, telefonum çaldı. Bir ses, “Beni tanıdın mı?” diye sordu. Tanıyamamıştım. Adını söyleyince, tanımamakta haklı olduğum çıktı ortaya. O da Ses dergisi günlerindendi, yani 50 yıl öncesinden. Sedat Dizici, derginin İnal Tengizman, Erol Dernek, Kutlu Ertuna’yla birlikte foto muhabirliği görevini yapan en genç kişisiydi. O günler de hızla geçti gözlerimin önünden. Semiral Bilbaşar’lı, Orhan Tahsin’li, Enis Rıza Olcayto’lu dönem. Ve hâlâ aklıma geldikçe, önceleri yüzümü kızartan, şimdilerde ise sadece pembeleştiren, belki de Türkiye’nin ilk asparagas röportajını yapmış olmamı yediremiyorum kendime. Türkan Şoray’ın intihara teşebbüs etmesini planlamıştım. Yalandı tabii, uyduruk bir haberdi. Neyse, Türkan Şoray kabul etti. Gecenin bilmem kaçında, Rüçhan Adlı bizi arabasıyla Yenikapı kıyılarına götürdü. Bana göre nefis fotoğraflar çektim. Sonra Levent’e bıraktılar beni. Sabaha kadar röportajı yazdım ve dergiye götürdüm. Genel Müdürümüz Semiral Ağabey röportajın uydurma olduğunu öğrenince, “Ses dergisi ciddi bir dergidir,” deyip koymadıydı. İşte Sedat’la arkadaşlığımız o günlerden. Ama 50 yıl sonra merhabalaştık…
Tuncer Uçarol da Adana’dan, 1950’lerin sonlarından bir dostum. Zaman zaman karşılaştık onunla. İstanbul’da yayınevimde, İzmir’de TÜYAP Kitap Fuarı’nda ve en sonunda da Nesrin’in hastalığı yüzünden Ankara’ya gidişimde… Onunla yan yana gelince, yine Adana günlerim gelirdi gözlerimin önüne…
Adana döneminden Anibal Akdamar, Nurer Uğurlu, Turan Ceyhun G, Badilo Adil’li dostlarım içinde bir başka dostumun ayrı bir yeri vardı. Adlarımızı, soyadlarımızı karıştırarak ortak bir ad/soyadı çıkarmıştık: “Erbürollent Haişibosağra”. Yani Erol İşisağ ve benimki… Geçtiğimiz aylarda bir gün Sembol’e uğradığımda, oranın görevlilerinden Yılmaz Arkadaş bir kartvizit verdi bana. Erol İşisağ’ınmış, bana ulaştırılmasını istemiş. Bodrum’daymış. Ama bir türlü ulaşamadım kendisine. Erol’le İstanbul’da da karşılaştık, yayıncılık dönemimden önce. Hatta bir de futbol takımı kurduk, onunla. İkimizin dışında Teoman Dikmendinç ve Samim Meriç de oynuyordu. Samim Meriç dönemin en ağlatan filmlerinden biri olan “Yaban Gülü”nün başrol oyuncusuydu. Biz o futbol takımımızla Aziz Nesin’in bile neredeyse ağlamasına sebep olduk. Çünkü takımın adı “Zübük Spor”du. Zübük Spor’la ilgili fotoğraflı bir yazı yazıp Aziz Ağabeye götürdüğümde gözleri dolu dolu oldu, okuyunca. Sonra Zübük’te yayınladı Aziz Nesin bu yazıyı…
Berkan Yılgör, 40 yıl önceki dostlardan. “Be-Na” adında taksitle kitap satışı yapan bir işyeri vardı. Ortağı Nadir’le birlikte tüm Türkiye’ye kitap satıyorlardı. 12 Mart Darbesi olunca, yayınladığım kitaplar kitapçı raflarından indi, vitrinlere konmamaya başladı. Yayınevini yaşatmak için Balzac’lar, Anatole France’lar, J.Romains’ler, Sartre’lar yayınlamaya başladım. Satmıyordu bu kitaplar. Depomdaki kitap yığınları yükseldikçe yükseliyordu. İşte o sırada Berkan çıktı ortaya. Güzel bir öneriyle geldi. Kitaplardan bir set oluşturduk. Hızla erisin stoklar diye, o setin yanında “6 çorba, 6 düz tabak” verdiler. Depomu tertemiz etti Be-Na. İlginçtir, aradan yıllar geçti, aynı tabak-çanak işine gazeteler de girişti…
Sağolsun Sedat Dizici. İyi ki aradı beni, eski dostları, eski günleri getirdi aklıma ve bana Recep Tayyip Erdoğan’sız bir yazı yazdırttı.
2 ADET BÜYÜK TÜRK BÜYÜĞÜ
OYA ERONAT: “AKP’ye çalışmak Hakka çalışmaktır” diyen AKP Vekili Oya Hanım, Diyarbakır Belediyesi için de, “Karşımızda silahlı bir terör örgütü var” diye buyurmuş…
MUSTAFA ÇAY: Cezaevindeki insanlık dışı muamelelerle Türkiye’ye adını duyuran Pozantı’nın Belediye Başkanı olan Mustafa Bey, Özgür Gündem, Dicle Haber Ajansı ile birlikte Evrensel’i de hedef göstermiş, “Bunlar PKK terör örgütünün yayın kuruluşları” diyerek.
Böylesine yüksek fikirli, bilgili AKP vekilleri ve Belediye Başkanları oldukça Türklerin sırtı yerden kalkmaz, pardon sırtı yere gelmez…
Evrensel'i Takip Et