Haberin tam saati…
Direksiyon başındaki bitirim sürücü gibi azıcık yan duruyordu kameranın karşısında. Sağ omuz azıcık önde ve yatık. Böylece bedenin sağ yanı daha yakın giriyordu görüntüye. Konuşurken iki elini; kimi zaman kollarını da oynatıyor; ama sağ eli ve kolu diğerinden iki fazla oynuyordu. Üstelik alabildiğine de göze batıyordu bu aşırı devinim. Bir de sağ bileğindeki saat. Evet, herkesin sol bileğindeki saat onun sağ bileğindeydi. Saat de saat idi hani. Deve gözü mü desem, fil kulağına mı benzetsem, öylesine kocamandı. Saatin kimi zaman bilekten taştığını söylesem abartmış olmam. İlginç olan, başka bilekte; ama hep gözler önünde olan saatin her akşam değişmesiydi. Bir akşam yuvarlaksa, öbür akşam dört köşe oluyordu taşıyanı gibi. Sanırım adamın dört köşe olması da saatlerinin değişikliğinden kaynaklanıyordu. Daha üçgen ya da beşgen olanını görememiştik; belki de ayrımsayamamıştık; ama yeşillisini, sarılısını, pembişini görmüş, allısını morlusunu, morcivertini de göreceğimizi umar olmuştuk. Biçimi değişmediğinde de rengi değişiyordu çünkü. O da olmadığında kayışın rengi değişiyor, onun göz alıcılığında ise saat ayrımsanmaz oluyordu. Haberleri izlemeye çalışırken bir yandan da bu tutkunun(!) nedeni üzerinde kafa yoruyordum. Hani cekete, kravata, gömleğe, mendile, göremediğimiz çoraba, ayakkabıya yakıştırma çabası olabilir mi diye; ama bir olurunu bulamıyordum. Pembe çorap, yeşil pabuç da giyecek değildi ya koskoca haykıran adam. Özenle seçilmiş, iyi bir uyum sağlanmış giyimini alabildiğine bozuyordu üstelik o saat tutkusu. Ekranda bilgisayar imleci gibi dolanıp durdukça da gözü ardı sıra taşıyordu. Adamın ne giydiği görülemese de duyulmasını engelliyemiyordu o saatler. Engelleyebilseydi oysa ve söylenemeyen o sözler duyulmasaydı. Duyulmasaydı da, kara kışın kara kuş olduğu, karda yollarda marhus kalındığı, İstanbul’daki hırsız polis kovalamacasında iki hırsız ve iki polisin yakalandığı bilinmeseydi. Çünkü doğru değildi söyledikleri. Yakalandığını söyledikleri yaralanmıştı örneğin. Bir akşam yoktu ki dili dolaşmadan bir haber sunsun ve bir akşam yoktu ki bir yanlışla günü bitirsin. Sürekli düzeltmeler, sık sık yinelemeler ve düzeltememelerle geçip gidiyordu o haberin saati. Ama saat hep ortadaydı. Öyle anlar oluyordu ki yanlışının ayırtına varamıyor; vardığında da aldırmıyordu. Öylesine coşkulu, şen; ama böylesine de vurdum duymaz mıydı ne! Oysa, bütün bunlar yeni bir şey değildi onun için. Yıllar yıllar önce, yeni ad yaptığı günlerde kendisiyle yapılan bir söyleşide “Bir erkek oğlum var” demişti katıldığı bir televizyon izlencesinde. Yıllar önce ise o ünlü gece yarısı izlencesini duyururken bir günün 24 saat olduğunu unutup “Saat 24.30 da” buluşma sözü vermişti çekinmeden. Hep yanında olan neşesini, coşkusunu her akşam başka bir biçime ve boyaya bürünen o saatinden alıyordu belki de. Onu öne çıkarma coşkusuyla da kendini unutuyor, dili elden çıkarıyordu. Önü alınamaz bir bocalamayla kıvrandırıyordu izleyeni, dinleyeni, dinleyemeyeni. Haber sunarken saat tanımı yapıyordu belki de. İşte o zaman sağ kolunun öne çıkmasını anlamlandırabiliyordum. Hani, eli çeneye dayayarak ya da dayarmış gibi yaparak bilekteki saatin tümüyle ortaya döküldüğü anı fotoğrafları vardır ya!.. Tam da onun gibi… Çok önemli bir haberi sunarken ve sanki önemine bir vurgu da kendisi atmak istercesine kolunu dirseğinden dar bir açıyla büküp bilek kısmını, daha doğrusu saatini yatay dikey arası bir konumda tutarken o el, yani saati taşıyan el ya çenededir, ya çenenin yakınında ya da çeneye doğru giderken dondurulmuştur ve azıcık kapalıdır. Saat de tam görülecek konumdadır. Adamın gözleri de haberin görüntüsünde değil kendi ekranındaki kendinde, saatin görüntüsünü ayarlama sürecindedir. Tıpkı bir ürünün tanıtımı yapanlar gibi. Ünlülerin bireysel olarak, günlük yaşamlarında da ürün tanıtımı yapmaları gibi bir salgın vardı ya günümüzde. Ayaktopçuların basın toplantısına, alışverişe birilerinin şapkasıyla gitmeleri gibi!.. Kimilerinin her gün değişik renkli çerçeveyle ak camda boy göstermesi gibi… Eeee, bu zamanda da para nereden gelirse gelsin hoş gelir yani. Biraz da paragözlülük varsa nereden geldiği sorulmaz ki!.. Neyse ki bizim haykıran adam şimdilik gözlükten uzak duruyordu. Onun derdi, tutkunu(!) olduğu söylenen saatlerdi. Ben de o tutkuyu(!) bir pazar yazısına dönüştüreyim, bir şenlik yaratayım istedim...
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/284405.jpg)
Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz
İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.
![İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/256045.jpg)
İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı
![“Üç aya yakın süre geçti, İliç komisyon raporu hâlâ gelmedi”](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/261948.jpg)
“Üç aya yakın süre geçti, İliç komisyon raporu hâlâ gelmedi”
![‘Haklarımızın gasbedilmesine izin vermeyeceğiz’](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284369.jpg)
‘Haklarımızın gasbedilmesine izin vermeyeceğiz’
![KFC ve Pizza Hut işçileri haklarını talep ediyor | Gündem Özel](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/283993.jpg)
Evrensel'i Takip Et