20 Mart 2012

Tutuklu gazeteciden Başbakana çağrı

Bugün bu köşeyi tutuklu meslektaşım, DİHA Muhabirlerinden Kenan Kırkaya’nın Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevinden gönderdiği mektuba ayırıyorum. Bu vesileyle hem onun, hem de onunla birlikte tutuklanan diğer Kürt meslektaşlarımızın ve bütün Kürtlerin Newroz bayramını da kutluyorum.
Kenan Kırkaya’nın mektubu şöyle:
Ben, 20  Aralık 2011 tarihinde “KCK Basın Komitesi” adı altında yapılan operasyonlarda gözaltına alındım ve 24 Aralık 2011 tarihinde 35 meslektaşımla birlikte tutuklanıp cezaevine konuldum. Ardımda 2.5 yaşında kızım ve eşimi Ankara’da bıraktım. Şimdi benden çok onlara çektirilen azabın acısını yaşıyorum. Kendi adıma yaşadıklarımı dert etmiyorum.Çünkü “Daha fazla güç, daha fazla iktidar, daha fazla iktidar daha fazla baskı” diyalektiğinin siyaset felsefesi olduğu bir ülkede ben olmasam da bir başkası benim yaşadıklarımı yaşayacak ve zaten yaşıyor da.
Ama epey bir zamandır ülkemizde basın özgürlüğü tartışılıyor. Bu tartışma bazen kaç gazetecinin tutuklu olduğu üzerinden, ama çoğunlukla da tutuklanan kişilerin gazeteci olup olmadığı, tutuklanma gerekçesi üzerinden yürütülüyor. Hukuka dokunma diyenlerin, hukuki bir süreci hem de hiçbir ilke, sınır, değer yargısı tanımadan siyasi meze haline getirmesi; Türkiye demokrasisinin zavallılığını gösteriyor. Bize yönelik akla,vicdana ve ahlaka sığmayan her türlü suçlamayı yöneltenlerin bir kez olsun bizi dinleme gereği bile duymuyor olması üzerindeki demokrasi gömleğinin kalitesini gösteriyor.
Başbakan Erdoğan’nın her fırsatta bize yönelik söylemi, üzüntünün ötesinde öfkelendiriyor, yaralıyor ve geleceğe dair umutlarımızı örseliyor. En son Başbakan Erdoğan bir kez daha bizleri henüz yürüyen ve sonuçlanmamış yargı sürecine rağmen peşinen mahkum etti. Şimdi bu ülkenin Başbakanının “Onlar suçlu, masum değiller” dediği bir ülkede biz hukuka nasıl güveneceğiz? Yargılamanın ne anlamı olacak? 34 insanın katledildiği Uludere’de ısrarla, “Soruşturmanın sonucunu bekleyin” diyerek hukuk severliğini gösteren Başbakan aynı duyarlılığı bu ülkenin vatandaşı olan bizlerden neden esirgiyor? Benim gazeteci olup olmadığım kararını vermeyi Başbakan hangi hakla kendinde buluyor.
Bu ülke vatandaşlarının bir kesimi kendilerine yönelik hukuki süreci hükümetin iç çatışmalarının satır aralarında, köşe yazılarında takip ediyor. Bu ülkede binlerce kişiyi cezaevlerine tıkan  KCK operasyonlarına kim karar verdi? Sayın Başbakan bizim suçlu olduğumuza inandığına göre benimde gidip savunmamı Başbakana yapmam gerekmiyor mu? Sayın Başbakan tutuklu gazetecilere yönelik her konuşmasında, silah taşımaktan, adam öldürmekten, taciz, tecavüz, yasa dışı eylemlerden söz ediyor. Bu söylem ortam karartmasıdır, vicdan çarpıtmasıdır. Sayın Başbakanı dürüst olmaya ve her birimiz hakkındaki iddiaları açıklamaya çağırıyorum.
Bakın bize yönelik yürütülen o operasyonun adı bile ”KCK Basın Komitesi” operasyonu, yani bizi tutuklayanlar basın faaliyetinden tutukluyor ve basın faaliyetlerimizden örgüt oluşturuyor. Yani bize ”Sizin aklınız yok, siz düşünerek haber yapamazsınız o yüzden yaptığınız haber örgüt adına yapılmıştır” demek istemektedirler. Bana gözaltında sanırım 16 Aralık 2011 tarihinde İranlı gerilla anneleriyle yaptığım haber soruldu. O aileler Kazan Vadisinde hayatını kaybeden çocuklarının cenazesini almak için 2 ay Malatya morgu önünde beklediler. Ankara’ya geldiler ve en son bizzat Başbakanın kendisi devreye girerek cenazelerin verilmesini sağladı. Polis bana haberimi göstererek,”Senin bu haberin teröristlerin yaptığından daha tehlikeli” dediğinde kişisel bir düşünce olarak algılamıştım. Oysa Başbakanın kendiside böyle düşünüyor.
Savcılıkta da bana haberlerim,makalelerim soruldu. En ciddi suçlamalardan biri de BDP’ye basın danışmanlığı yaptığım iddiasıydı. Böyle bir iddia yalandır ancak olsa bile bundan suç üretilebilir mi? İşte bizim örgüt üyeliği delillerimiz! Sizin vasıtanızla Başbakana seslenmek istiyorum.
Sayın Başbakan, gazeteciliğin ölçüsü sarı basın kartı değildir. Size yanlış anlatmışlar, bu ülkede binlerce meslektaşımız o karttan mahrum çalışıyor. Mesleği yapan tarif ettiğiniz kart değildir, gazetecinin kendisidir. Biz bu mesleği, tarif ettiğiniz kartın nimetlerinden yoksun olarak, plazalardan, özel araçlardan yararlanmayarak yapacak kadar severek, tutkuyla yapıyoruz. Biz  gazeteciliğin sadece sizin özel uçağınızda, fil dişi kulelerde yapılmayacağını esas alarak, halkın içinde, hayatın inceliklerinde yapıldığını biliyoruz. Bugün bize, “Bunlar örgütle ilişkili” hükmünde bulunmakla; geçmişte 28 Şubatta meslektaşlarımızı PKK ile ilişkilendirme girişimlerinden ne farkı var?
Sayın Başbakan, hakim ve savcı değilseniz bizim hakkımızda hüküm vermekten vazgeçin. Hüküm verecekseniz de gerçekleri söyleyin, çıkın ve hakkımızdaki iddiaları açıklayın. İçişleri Bakanı gibi bizim bilimsel terörist olduğumuzu açıklayın. Yeter, bizleri, ailelerimizi, sevdiklerimizi hırpalamaktan sakının lütfen. Bizleri cezalandırıyorsunuz bari sevdiklerimizi, çocuklarımızı yaralamayın.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et