Irkçılığa sevecen yaklaşım
Avrupa Futbol Birliği’nin (UEFA) İstanbul’da yaptığı genel kurulda, 21 yaş altı Avrupa Futbol Şampiyonası’nın 2013’te İsrail’de düzenlenmesi yönünde karar alması medyada pek yankı bulmadı. Medyamız, bu aralar kendisini futbolun temizliğine(!) adadığı için yalnızca UEFA’dan şike konusunda gelecek açıklamalara dikkat kesilmişti anlaşılan. Şike konusunun ele alındığı ve saatler boyu süren tartışma programlarına yeni malzemeler bulmak, onlar için çok daha önemliydi elbette.
Neyse ki Devrimci Spor Emekçileri Sendikası öncülüğündeki Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin UEFA’yı protesto eylemine küçük de olsa yer verdiler.
Basın açıklaması sırasında, “Sporda da Filistin Halkının Yanındayız. İsrail Yönetiminin Karşısındayız” pankartı açan girişim, dünya tarihinin en faşist, en ırkçı devletlerinden birisi olan İsrail’e karşı UEFA’nın gösterdiği sevecen ve anlayışlı tavrı sorguladı...
Lafa gelince herkes ırkçılığa karşı. Ama işte hayatın içinde zaman zaman karşı karşıya kalınan karar alma, tercih etme, tutum takınma gibi zorunlu durumlarda çıkar kaygısının insani değerlere ağır basmasıyla birlikte maskeler düşüyor ve kimin gerçekte ne olduğu, ne düşündüğü ortaya çıkıveriyor. Irkçılığa karşı olduğunu söyleyen medyanın her fırsatta ırkçılığı körüklemesine benzer şekilde, Avrupa futbolunu yöneten en büyük kurum da çıkarları, beklentileri söz konusu olduğunda açıkça ırkçıların yanında yer alabiliyor...
UEFA’NIN GERÇEK YÜZÜ
Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin “UEFA İsrail’in Suçlarına Ortak Olma!” başlığı taşıyan açıklamasında şu görüşler dile getirildi:
UEFA, 2013’te gerçekleştirilecek olan 21 Yaş Altı Avrupa Futbol Şampiyonası’nın İsrail’de düzenlenmesine karar vererek en başta kendisiyle çelişti. Maçlarda ırkçılık karşıtı bildiriler okutan, ırkçı tezahürat ya da sözlere en ağır cezalar kesen UEFA, dünyanın gördüğü en ırkçı rejimlerden biri olan İsrail’in sırtını sıvazladı ve ırkçılığı onaylamış oldu.
Soruyoruz; bir Asya ülkesi olan İsrail’in UEFA’da ne işi var? Cevabını biliyoruz aslında. İsrail kültürel ve sportif kanalları kullanarak, işlediği savaş suçlarının üstünü örtmek, unutturmak, meşrulaştırmak istiyor. Bu yüzden bir Asya ülkesi olmasına rağmen UEFA üyesi olabilmek için bu kadar çabaladı. Yoksa UEFA’nın dile getirdiği gibi bu durum Filistin sporunu güçlendirmeyecek, İsrail’i Filistin halkının taleplerine duyarlı hale getirmeyecek.
UEFA’ya sesleniyoruz: “Mr. Platini, İsrail’in ırkçı bir devlet olduğunun farkında değil misiniz? Mr. Platini işgale, sömürgeciliğe, apartheid’e ortak olmayın.” Bundan sonra statlardan sesimizi yükselteceğiz. “İsrail’de turnuva istemiyoruz, futbolun ırkçılık, sömürgecilik ve apartheid’e ortak edilmesini istemiyoruz. Çünkü İsrail, Filistinlilere uyguladığı zulmün, savaş suçlarının karşılığında askeri, kültürel, akademik, sportif ve ekonomik olarak boykot edilmelidir”
O yüzden bir kez daha tekrar ediyoruz:
UEFA İsrail’de turnuva düzenleme, İsrail’in suçlarına ortak olma.
METİN KURT’TAN ÇAĞRI
Protesto eyleminde eski Galatasaraylı milli futbolcu ve Devrimci Spor Emekçileri Sendikası Başkanı Metin Kurt da bir açıklama yaptı. Bu kararın UEFA’nın gerçek yüzünü bilen sporseverler ve spor emekçileri için sürpriz olmadığını belirten Kurt, sporun halklar arasında barışa, dostluğa ve dayanışmaya hizmet etmesi ilkesinden yola çıkan kişiler olarak UEFA’nın bu kararını gözden geçirmesini talep ettiklerini ve UEFA’nın işgalci, ırkçı, siyonist İsrail yönetimini ödüllendirmemesi gerektiğini söyledi. UEFA’nın kararını düzeltmemesi durumunda Türkiye Futbol Federasyonu’nun 21 yaş altı milli futbol takımını bu turnuvaya göndermemesi çağrısı yapan Metin Kurt, tavırlarının asla İsrail sporcularına, İsrail emekçilerine ve İsrail halkına yönelik olmadığını, İsrailli sporcuların, sporseverlerin ve İsrail halkının da bu çağrılarını desteklediğine inandıklarını vurguladı.
ÇOCUKLAR ZEHİRLENİYOR
Fenerbahçe’nin Türkiye Kupası’nda Samsunspor ile oynadığı ve cezası nedeniyle sadece kadın ve çocukların izlediği karşılaşmada barbarlığa prim veren bir eylem dikkat çekti. Bazı taraftarlar, derbi maçta tribünlerden atılan yabancı maddelerle başlarından yaralanan Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim ile yardımcısı Hasan Şaş’ı protesto etmek için kaşlarının üzerine yara bandı takmışlardı. Taraftarlar böyle bir eylemle ne demek istemiş olabilirler? “Derbide tribünlerden hiçbir şey atılmadı, Fatih Terim ile Hasan Şaş numara yaptı” mı, yoksa “Kafalarına gelen küçücük maddeleri bu kadar büyütmelerine gerek var mıydı, bunların yol açtığı yaralar en fazla 1-2 gün içinde geçer” mi?.. Bu son derece anlamlı(!) protesto hangi sivri zekalının aklına gelmiş acaba?.. Bunun bir adım ötesi, Fatih Terim ile Hasan Şaş’ı yaralayan kişilere ödül vermek olur herhalde... Tribünlerde şiddeti besleyen, onaylayan kışkırtıcı atmosfer yaratma konusunda bazı kadınlar erkeklerden hiç geri kalmıyor. Tabii maganda kafası çocukların böyle bir ortamdan nasıl etkileneceğini düşünemez. Tıpkı düğünlerde sağa sola ateş ederken çocukları vuran magandaların düşünemediği gibi.
Kışkırtıcı ortam, eylem ve söylemler elbette ki çocukların fanatik duygular edinmesine ve rakiplerini düşman olarak algılamasına hizmet eder. Böylesi ortamlarda çocukların insani değerlerle bezeli bir spor kültürü edinmesi mümkün olabilir mi?
Çocuklar yaşları gereği, sorgulayandan çok, başkalarından etkilenen varlıklardır. Onlar; hayatı, dünyayı, insanları, olayları sorgulayacak yaşa ve birikime ulaşana kadar fanatiklerin, magandaların kısır ve sığ dünyalarından mümkün olduğunca uzak tutulmalıdırlar. İşte bu nedenle federasyon, cezalı maçları sadece kadınların ve çocukların izlemesine izin verme kararını gözden geçirmeli ve çocukların bu uygulamadan olumsuz etkilenmesinin önünü kesecek formüller geliştirmelidir. Uzman eğitmen ve psikologların gözetiminde özel çocuk tribünü oluşturmak gibi...
Maçları sadece kadınların ve çocukların izlemesiyle güya tribünlerin küfürden, gerilimden, kışkırtmadan arındırılması hedefleniyordu ama fanatik kadınlar yüzünden göz göre göre çocuklar zehirleniyor. Çocuklar geri spor kültürünün etkilerine maruz kalmasın... Çocuk saflığı fanatizmle, magandalıkla lekelenmesin...
TARAFTAR DALKAVUKLUĞU
Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan maçın yankıları günlerce sürdü. Galatasaray Başkanı Ünal Aysal’ın Fenerbahçeli taraftarların maç sırasında yaptığı ve teknik direktör Fatih Terim ile yardımcısı Hasan Şaş’ın kafalarından yaralanmalarına neden olan taşkınlıklarla ilgili olarak, “Anlaşılan o ki Fenerbahçeli taraftarlar, Galatasaray taraftarının ulaştığı kültürel spor ahlâkının uzağındalar” şeklinde konuşması ve fair play açısından Galatasaray taraftarının çok büyük mesafe aldığını iddia etmesi, (tabii bu mesafeyi merak etmemek elde değil) yöneticiler arasında karşılıklı atışmalarla birlikte yeni gerilimlere neden oldu.
Bu sözler için “taraftar dalkavukluğu”ndan başkaca ne denilebilir ki? Yöneticiler sürekli olarak kendi taraftarlarına başka dünyadan gelmiş canlı muamelesi yapıyor. Böyle bir soyutlama mümkün mü?.. Ünal Aysal, Galatasaraylı taraftarların küfürlerini ve taşkınlıklarını unutmuşa benziyor. Aynı sosyokültürel iklimde yetişmiş, aynı toplumsal değerleri, aynı yerleşik kalıpları benimseyip içselleştirmiş insanlar birbirlerinden çok farklı davranışlar sergileyebilir mi?.. Kültürel kodlarımızı belirleyen unsurlar arasında ne yazık ki şiddet, linç, küfür, taciz, güç gösterisi gibi barbarlıklar ön sıralarda yer alıyor. Buna bir de spora egemen olan “Ne pahasına olursa olsun kazan” anlayışı eklendiğinde ortaya ne tür vahim sonuçlar çıkabildiğine sık sık tanık oluyoruz.
Takımın gidişatı da taraftar davranışı üzerinde etkili rol oynuyor. Her şey yolunda giderken olgun tavırlar sergileyen taraftarların üst üste alınan 2 yenilginin ardından nasıl zıvanadan çıktığının pek çok örneği var. Aziz Yıldırım da bir dönem Saracoğlu Stadı’nda küfür kalmadığını iddia ediyordu. Küfürsüz maç izleme olgunluğuna ulaşmış(!) taraftarlar nedense, şampiyonluğun yitirildiği son maçın ardından stadı yakmaya kalkışmışlardı. Taraftarın gerçek yüzünü görebilmek için işlerin ters gittiği dönemlere bakmak gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et