Mart yanığı: Pozantı, Gazi, Sivas, Irak
Fotoğraf: Envato
Küçükken “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” sözünü çok duyardık. Benim gibi görece iyi koşullarda yaşayan çocuklar, Mart ayında kazma kürek dışında insanların yüreklerinin de yandığını çok sonra duyup öğrenebildik. 12 Mart kabusunu, 16 Mart Katliamı’nı, Vietnam’daki My Lai Katliamı...
Yıllar geçti. Mart ayı daha nice hunharlıklara tanık oldu. Gazi Katliamı’na, Halepçe Katliamı’na, Hasan Ocak’ın kaybedilişine, Irak’ın işgaline. Ben de, yaşıtlarım da artık büyümüştük. Artık bu acıların unutulmaması için çalışmak gerekiyordu.
Bu yıl Mart yürekleri daha da çok yaktı. Yakmaz olaydı ama yaktı. Ard arda gelen haberler devletin yıllardır sürdürdüğü sindirme politikasının ne denli acımasız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
POZANTI
Pozantı M Tipi Kapalı Cezaevi’nde “siyasi” nedenlerle tutuklu bulunan çocuklara uygulanan cinsel istismar ve şiddet uygulandığı ortaya çıktı. Bu haberin ardından birçok kuruluş ve uzman, cinsel şiddete maruz bırakılan çocukların korumaya alınmasını ve hemen cezaevinden alınarak uygun bir ortama aktarılmaları gerektiğini açıkladılar.
Adalet Bakanlığı bu tavsiyelerin tam tersi yönünde bir karar aldı. Cinsel şiddete maruz bırakılan çocuklar, yakınlarına en çok gereksinim duyacakları bir dönemde, Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edildiler. Bakanlık, tümüyle kendi uygulamalarından kaynaklanan çok ciddi bir yarayı iyileştirmek için sorumluluk almak yerine, bu yaranın daha da derinleşmesini sağlayacak bir süreç başlattı.
Öncelikle cinsel şiddete maruz bırakılan çocukların cezaevinden çıkarılması gerekirken, Adalet Bakanlığı tutukluluğun sürmesine karar verdi. Tutukluluğun özel koşullarla sürmesi gibi bir yola da gidilmedi. Oysa cinsel şiddete maruz bırakılan çocukların kendilerine yardımcı olacak uzmanlara, hem de yakınlarının desteğine gereksinimleri olduğu ortadaydı.
Adalet Bakanlığı değil özel koşullar sağlamak, çocukların yakınlarının desteğinden bile uzak kalmasına neden olacak bir yolu seçti. Çocukların yakınları için ulaşılabilir olacak, bir belki iki saat ötedeki bir kurum yerine, sevkin Ankara’daki bir kuruma yapılmasını sağladı. Bu, hiç kuşkusuz, var olan yarayı derinleştirecek bir süreç. Sürecin var olan mağduriyeti azaltmak değil, bile bile çoğaltmak için başlatıldığı anlaşılıyor.
Pozantı nere, Sincan nere? Adalet Bakanlığı yetkilileri Adana’dan Ankara’ya çalışan otobüsleri bir görmeliler belki de. Olağan koşulda bu yol nasıl gidilir diye. Ya da Adana’dan Ankara’ya sevk edilecek bir hasta, hangi koşullarda sevk ediliyor, neden ambulans ile taşınıyor, bunu araştırmalılar. Araştırmalılar çünkü bilmiyor gibiler. Cinsel şiddete maruz bırakılmış çocuklar Sincan’a ne otobüsle, ne de ambulansla sevk edildiler. Onca yolu o berbat renkli “ring” araçları ile, üşüyerek, aç susuz havasız gittiler. Çünkü onlar Adalet Bakanlığı gözünde “suçlu”, yani istenmeyen bireylerdi.
SİNCAN
Peki, Sincan’da Pozantı’dan gönderilen “siyasi suçlu” çocukları neler bekliyordu? Adalet Bakanlığı onlar için hangi “özel koşulları” uygun görmüştü?
Sincan’a gönderilen, cinsel şiddet maruz bırakılmış çocuklar önce kaba dayak ile karşılaştılar. Hücrede tutuldular. Birinin parmağı kırıldı ama revire götürülmedi. Cezaevi savcısı da devreye girdi ve Pozantı’da yaşananlar hakkında verdikleri şikayet dilekçelerini geri çekmelerini istedi. Bir de akıl verdi: “Şikayet ettiğini adamlar beraat ederse burada ananız ağlar.”
POZANTI, GAZİ, SİVAS
Pozantı’da “siyasi” nedenlerle tutuklu bulunan çocukların başına gelenler, hiç kuşkusuz, korkunç bir tablonun parçası olarak ele alınmalı. Bu tablo, yok etme, dehşete düşürme, düşmanlık üretme ve sindirme politikasının tablosu. Kimsenin ne görmesini, ne yaşamasını isteyeceğimiz bir tablo.
Bu tablonun baş sorumluları hiçbir zaman hesap vermedi. Korkunç haksızlıklarla karşılaşan, korkunç acılar çekenler adalet arayışlarının sonucu alamadılar. 16 Mart Katliamı’nın, Maraş Katliamı’nın, Gazi Katliamı’nın sorumluları hesap vermedi. Şimdi Madımak Katliamı’nın da tarihe gömülmesi isteniyor. Madımak’ta işlenen insanlık suçunun örtülmek istenince Mart bu sene yürekleri daha da çok yaktı.
Irak’ın işgali
Mart 2003’de başlayan Irak’ın işgalinin sorumluları da henüz hesap vermedi. Irak’ın işgaline katılmak ve ABD yönetiminin maşası olmak isteyenler bugün hâlâ iktidarda... Onlar da hesap vermedi. Irak’ta bağrına ateş düşen milyonlar yaşıyor.
Elbette bu tablo kalıcı değil. Elbette bu tablo değişecek. Gün gelecek, gerçeklerle yüzleşilecek, hesap sorulacak. İşte o günlerin gelmesi için umudu yeşertmek ve barış şarkıları söylemek gerek.
Bugün, tam da bu nedenle, Gülsüm Cengiz’in iki şiirine kulak verelim istiyorum. Bu şiirler, Gülsüm Cengiz’in “Silinsin Diye Yeryüzünden Savaş Sözcüğü” adlı kitabından (Evrensel Basım Yayın, 2010).
İşgal Hukuku
…
Bir asker kız çocuğunun üstünü arıyor
kontrol noktasının birinde.
Minnacık bir kız çocuğu;
üstünde okul forması,
ayağında spor ayakkabısı
küçücük bir kız çocuğu…
Geziniyor askerin eli
sarı bir yılan gibi
kızın zayıf bedeninde.
İşgal hukuku işliyor
kontrol noktalarında;
sorgusuz yargısız ölüm,
tecavüz ve işkence.
Karar
Ayağa kalkıp hep birlikte
göstermeliyiz sokakların gücünü.
Bir türkü söylemeliyiz bir türkü
hak arayan, direnen insanların
birlikte söylediği; türkü
silinsin diye yeryüzünden
savaş sözcüğü…
- Neden unutturmak istiyorlar? 22 Aralık 2024 04:15
- Çocuk çocuktur! 08 Aralık 2024 04:29
- Soul Behar Tsalik: Gazze’den çıkın! 01 Aralık 2024 04:30
- Profesör Saibaba ardından 17 Kasım 2024 04:01
- Irkçılığa karşı zırh gerek 03 Kasım 2024 04:03
- Almanya, militarizm ve okullar 20 Ekim 2024 04:15
- Nihon Hidankyo kuruluş bildirgesi 13 Ekim 2024 04:15
- Yuval: Soykırıma ortak olmam 29 Eylül 2024 04:54
- Ordunun kıskacındaki gençler 15 Eylül 2024 04:08
- Nükleer felaket önlenebilir 08 Eylül 2024 04:27
- Nükleer kuyu 01 Eylül 2024 04:25
- Oryan Mueller de reddediyor 25 Ağustos 2024 04:40