28 Mart 2012 11:24

ABD’nin diktatörleri ve sonları!

ABD’nin diktatörleri ve sonları!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Amerika Birleşik Devletleri yönetimi  tarafından sevilip-kucaklanmanın karşılığı nedir diye sorulsa, politikayla az-çok ilişkili insanların önemli bir kesimi, büyük olasılıkla, “onun çıkarları için  kullanılma, uşaklık yapmayı kabullenme; ülkesini ve halkını emperyalist sermayeye peşkeş çekme, bu emperyalist devletin hedefe koyup dize getirmeye çalıştığı ülke, devlet ve halklara düşmanlığı politika olarak benimseme” yanıtı vereceklerdir.  Yirminci yüzyıl tarihi ve yirmi birinci yüzyılın ilk on bir yıllık döneminin uluslararası alanda, binlerle ifade edilecek örnekler üzerinden kanıtladığı, doğru ve yerinde bir yanıt olacaktır bu. Salazar, Markos, Pinochet, Franco, Rıza Pehlevi, Kral Hasan (ve Abdullah), Sedat ve Mübarek, Ben Ali,  Vidella, Walesa, Evren, Bayar ve Menderes-Demirel-Özal-Çiller-Erdoğan ve diğerleri, ülkelerinde iktidar aygıtını ellerine geçirdiklerinde bu rolü yerine getirmek için baskı ve entrikanın her türüne başvurmuşlar, “ülke ve millet çıkarı” üzerine iki yüzlü propaganda ile ve din istismarcılığını elden bırakmayarak kitleleri yedeklemeye çalışmışlardır. Son altmış beş yıllık süreçte başka ülkelere ve halklara yapılan dış askeri müdahalelere, ekonomik baskıyla halkların sömürgeci baskı altında inletilmelerine, ülkelerin işgal edilerek kaynaklarına el konulmasına, işbirlikçi yönetimler ve ‘sivil’-asker diktatörler aracıyla halk muhalefetinin kana boğularak tekellerin terörist diktasının tesisi için sistemli baskı politikalarının uygulanmasına bakılarak bunlar görülebilir. Emperyalist ve işbirlikçi sermaye tetikçilerinin “dünya meselelerini görüşme” adına bir araya gelip kararlar açıkladıkları hemen her toplantıdan sonra görülen, bağımlı ülkelere ve tüm ülkelerin halklarına yönelik baskı ve saldırıların artmasıdır.
Bu uluslararası gerici ve terörist yönetimler “koalisyonu”nun üzerinde oynadığı “son”(!) kurban Suriye ile birlikte çevresindeki ülkeler halklarının bugünü ve geleceğidir. Suriye’ye askeri müdahalenin Suriye ile sınırlı kalmayacak büyük ve geniş bir sahada ilişkilerin yeniden düzenlenmesine ve bunun da İran ve Rusya’yı da işin içine çekebilecek büyük çatışmaların meydana gelmesine yol açabileceği üzerine neredeyse herkes “mutabakat halinde”dir. Buna rağmen, Tayyip Erdoğan (ve hükümeti) Amerikan emperyalistlerini “bir an önce müdahale”ye ikna etmek için, yapmadık entrika bırakmamaktadır. Suudi gericiliği ve Katar’daki uşak yönetim ile birlikte-Ürdün ve Emirlikleri de kullanarak- Sünni İslam bezirganlığına soyunmuştur  ve mezhep ve inanç çatışmalarını körükleme pahasına, Amerikan savaş aygıtıyla gerdek törenini, halkların kanı üzerinden “taçlandırmak” istemektedir. Yapılan ve üstlenilen çok açık olarak savaş ve kıyım tetikçiliğidir. Beşar Esad yönetimini devirmek için Suriye’de yönetime muhalif olanları silahlandırıp saldırıya geçirmek, böylece bölge düzeyinde çatışmaların ve giderek bölgesel büyük çaplı savaş için tetikleyicilik yaparak, sözüm ona bölgenin büyük gücü olmaya soyunmuştur. Başkalarını “halkına baskı yapmak, zulm ile abad olmaya çalışmak”la suçlarken, Türkiye’de uyguladığı diktatörce yönetim yöntemlerini, Kürtlere karşı ulusal imha politikasını, askeri ve polisiye saldırıları, otuz bine yakın Kürt’ün bu saldırılarda katledilmesini  “görünmez”-“bilinmez” gösterme çabasındadır. Türk devleti ve hükümeti adına Seul’da bir kez daha yinelediği üzere Erdoğan, ABD ile “stratejik ortaklık ve model ortaklık” içinde olmayı “bir olumluluk, bir kazanım, Türkiye’nin uluslararası alandaki saygınlığının artışı” vb olarak gösterme çabasındadır. Oysa Amerikan emperyalizmiyle ortaklığın her türünün, onun çıkarlarına ve politikalarına bağlanmanın her biçiminin bölgemizde ve uluslararası alanda tekelci vahşi hakimiyete alet olma, onun aracı spekülatörlüğüne soyunma, Türkiye ve bölge halklarının emperyalist hegemonya altına alınmasına taşeronluk yapma; kendi ülkesinin ve komşu ülkeler halklarına düşmanlık olduğu çok açıktır. Bugüne kadar, ABD’nin politikalarına uşaklık ile bağlanarak kendi halkına iyilik etmiş bir tek yönetici olmamıştır. Yukarıda isimleri sayılan diktatörlerin tümü Amerikan politikalarının maşalarıydılar. Ülkelerine ve çevre ülke halklarına kan ve ölümden başka bir şey bırakmadılar. Güvendikleri, uluslararası işçi-emekçi hareketi ve halkların bağımsızlık mücadelesinin Amerikan ve Batı emperyalistlerinin saldırganlığını tümüyle durduracak bir düzeyde olmayışıydı. Ancak ihanetin lanetinde boğulup gittiler. İsimleri halklarının kanına girmelerinden söz edildiğinde ancak akla gelir. Bugün ve bundan sonra aynı politikaları izleyeceklerin hanesine yazılacak olan da bu olacaktır! Recep Tayyip Erdoğan daha bugünden çok geniş bir kesim tarafından “diktatör” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Sadece bu bile, Amerikancı öteki diktatörlerle “kader ortaklığı”na işaret sayılabilir. İktidarlarının zirvesinde etrafa kan kokusu, işkence bağırtıları, aç ve yoksul kitlelerin iniltilerini bırakırlarken, saltanatlarının debdebesinde ‘kendinden emin’ dolananların, halkların şamarıyla ‘yer ile yeksan’ edildikleri çok görülen örneklerdendir. Halkların alın teri ve kanı üzerinden saltanat süren bugünün egemen diktatörleri, padişahlık özentili din istismarcıları, kral ve “sultan”larıyla tekelci-emperyalist katillerinin akıbeti de farklı olmayacaktır. Yürüttükleri kumpas, çevirdikleri entrika, demokrasi ve özgürlük üzerine ikiyüzlü ve ‘şeytanca’ propagandayla ve dinsel, etnik ayrımlarla halkları birbirine kırdırmaya çalışarak bu akıbeti geciktirmeye çalışıyorlar, hepsi bu. Ama tarihin ve insan aklı ve emeğinin kuralları-yasaları işlemeye devam ediyor. O son engellenemez!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa